GÖÇ İDARESİ’NİN ZORLA GERİ GÖNDERDİĞİ GÖÇMENLERİ İŞKENCE VE ÖLÜM BEKLİYOR!

TÜRKİSTANDER Başkanı Burhan Kavuncu, son günlerde “zorla sınırdışı etme” ve “GGM’lerde işkence”iddialarının artması üzerine bir açıklama yaptı. Açıklama metnini sunuyoruz.

Türkiye Göç İdaresi son aylarda insanlık dışı uygulamalara başladı. Yakalanan göçmenler, dayak ve çeşitli işkencelerle “deport edilmeyi kabul ediyorum” yazılı belgeleri imzalamaya zorlanıyor. Bu şekilde yüzlerce göçmenin sınırdışı edildiği tahmin ediliyor. Bir göçmenin, yakalandığı zaman sınırdışı kararına itiraz edebilmesi için bir hafta süresi olduğu bilinmektedir. Göç idaresi en son 56 göçmeni, avukatları ve aileleri ile görüştürmeyerek itiraz haklarını engelledi. Bu göçmenlerden 5’inin Özbekistan’da gözaltında olduğunu tespit ettik. İsmi ve ses kaydı bizde mahfuz bulunan bir Özbek, “Türkiye’de işkence gördüğünü ve zorla deport edildiğini” söylüyor. Bir diğeri de aynı şeyleri ailesine anlattı.

Göçmenlerin geri gönderildiği ülkelerden Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ın durumu ise oldukça ürkütücü. Bu ülkelerde dindarlara yönelik baskılar ve hak ihlalleri son derece yaygın. Esasen söz konusu ülkelerden göçün bir sebebi de, uygulanan zulümler.

Özbekistan 2023’ü işkence ve ölüm tartışmalarıyla geçirdi. Yetkililerin açıklamalarına göre İçişleri bakanlığı sorgulama merkezlerinde ve hapishanelerde, işkence ve ölüm olayları yaygın bir şekilde devam ediyor.
Özbekistan Âli Meclisi tarafından 2021’de kurulan “İşkenceye Karşı Ulusal Önleme Komisyonu” bu sene içinde cezaevlerinde işkence yapıldığına dair 139 şikayet geldiğini , hepsinin asılsız çıktığını açıkladı. Bir milletvekili “bu kadar vatandaşa yalancı diye hakaret eden kurumun bir soruşturma açması gerekmiyor muydu?” diye soruyor.
Sadece 2023’ün son aylarında Semerkand, Boke, Çilenzar, Taşkent’te bir çok kişinin sorgu sırasında kalp krizi veya benzer hastalıklardan öldüğü, emniyet binalarının penceresinden atlayarak intihar ettiği haberleri medyada yer aldı. Ombudsman ve komisyon raporları, ailelerin ve basının iddiaları, birbirini suçlayan yetkililer, Özbekistan’da işkencenin önüne geçilemediğini göstermektedir.

Bu ülkelere (kendi isteği ile veya zorla) geri dönen göçmenlerin yargılanmaları ve uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmaları ise ayrı bir hukuk faciasıdır. Özbekistan’a dönen Alijon Mirganiev (7 sene hapis) ile Tacikistan’a dönen Azimjon Toshpulatov (6.5 sene hapis) “eşinin izinsiz Kur’an dersi vermesi” gibi hukuk dışı gerekçelerle ceza almışlardır.
Türkiye yetkili makamları, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan gibi ülkelerin hazırladığı suçlu listelerine itibar etmemeli ve göçmenleri iade uygulamasına son vermelidir.

Burhan Kavuncu
TÜRKİSTANDER
Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği
Başkanı

Devami

Özbekistan’da işkencede ölüm olayları artıyor -4

 

Sonuç

İşkence hiç bir zaman ve hiç bir yerde kabul edilemez, normalleştirilemez bir insanlık suçudur.

Güvenlik teşkilatlarının geçmiş dönemlerde, “zorunlu bir yöntem” olarak gördükleri işkence, suçlunun itirafta bulunmasını kolaylaştırabilir. Ama gerçekliğin üzerini ebedî olarak örter.

İşkence ve kötü yönetimle mücadele etmek, bir ülkeyi karalamak değil, belki en büyük iyiliktir.

Özbekistan’da işkence ve ölüm olaylarını ele aldığımız yazı dizisinde örnek olaylara, medyada bunlara gösterilen tepkilere, resmi yetkililerin açıklamalarına ve devletin ‘işkenceyle mücadelesi’ konularına yer verdik. 2016 öncesine (Kerimov dönemine) göre olaylarda bir miktar azalma olduğunu söylemekle birlikte, işkence olgusunun günümüzde de hız kesmeden devam ettiği görülmekte. Yetkililer “bununla dünyanın her yerinde karşılaşılabileceğini” söylemekle, işkencenin normalleşmesini ve kabullenilmesi gerektiğini kasdetmiyor umarız. Evet, kendine “medeni” diyen ülkelerde de korkunç işkence vak’aları oluyor. ABD’nin Guantanamo’da ve ülke içinde müslümanlara reva gördüğü işkenceler, Ömer Abdurrahman‘a  veya şu anda Afiye  Sıddıki‘ye yapılanlar asla affedilmeyecek zulümler. Almanya ve İtalya’nın bazı komünist militanları cezaevinde infaz ederek örgütlerini nasıl yok ettiği unutulmamalı. İşkence hiç bir zaman ve hiç bir yerde kabul edilemez, normalleştirilemez bir insanlık suçudur.

Güvenlik teşkilatlarının geçmiş dönemlerde, suçla ve suçlularla mücadelede “zorunlu bir yöntem” olarak gördükleri işkence, belki suçlunun itirafta bulunmasını kolaylaştırabilir. Ama iyi bilinmeli ki gerçekliğin üzerini ebedî olarak örter. Suçun kim tarafından işlendiğini veya bir suçun var olup olmadığını hiç bir zaman öğrenemeyiz. Nitekim, burada yer verdiğimiz, sadece son 1 yılda meydana çıkmış 10’dan fazla işkencede ölüm olayında, şüphelilerin hemen hepsi uyuşturucu, hırsızlık gibi olaylarla suçlanmış. Bazı sosyal medya aktivistleri, bloggerlar da dolandırıcılık, gasp gibi adi suçlardan yargılanmış, bazıları bunlardan hüküm giymiş. İşkence ve zorbalığın olmadığı adil bir yargılama yapılabilseydi bunlara inanabilirdik. Şimdi ise kolluk kuvvetleri tarafından bu kişilere muhtelif sebeplerle iftira atılmış olma ihtimali ile, ifadelerin zorla alındığı, delillerin uydurulduğu iddiaları hep devam edecek, yapılan yargılamaya ve sonuçlarına kimse inanmayacaktır. Adalete inancın olmadığı bir ülkede, hiç bir politika, hiç bir uygulama toplum tarafından benimsenemez. Toplumsal barış ve gelişme sağlanamaz.

Özbekistan’da işkence vak’alarının durdurulamamasında, sorumlulara verilen cezaların caydırıcı olmaması önemli bir etken. Bir çok olayda işkenceciler suçsuz bulunarak serbest bırakılırken, verilen cezalarda da da kısa süreli hapis ve işten çıkartmakla yetinildiği görülmekte. Bu örnekler, yönetimin işkenceyle mücadelede samimi olmadığını düşündürüyor.

İşkence ve kötü yönetimle mücadele etmek, bir ülkeyi karalamak değil, belki yapılacak en büyük iyiliktir. Özbekistan halkı, Türkistan tarihindeki itibarlı yeri, istiklal ve azadlık mücadelesindeki fedakarlıkları ile, bugün temiz bir toplum olmayı adil bir şekilde yönetilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Burhan Kavuncu (Türkistander Başkanı) 

  ….

Nukus olaylarında hukuka aykırı eylemde bulunan İçişleri Bakanlığı görevlileri cezalandırıldı

2022 yılı 1-2 Temmuz’da Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti’nde gösterilerin kanlı bir şekilde bastırıldığı olaylarda 18 kişi ölmüş, 200’den fazla kişi yaralanmıştı 

5 ağustos 2023 tarihli Kun.uz haberi

   Qaraqalpakistan nümayişleri

Üç görevliye İçişleri organlarında çalışma hakkından mahrum bırakma ve hapis cezası verildi.

Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti’nde 2022 yılının Temmuz ayında meydana gelen toplumsal karışıklıkların bastırılmasında  yasa dışı eylemlerde bulunan Özbekistan Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı’nda çalışan görevlilere cezai sorumluluk öngörüldü. Bu konuda Yüksek Mahkeme açıklama yaptı:

Kogon Şehir Ceza Mahkemesi’nin 4 Ağustos  2023 tarihli kararıyla 1996 doğumlu T. A. ve 1985 doğumlu X. S. Ceza Kanununun 235. maddesi (işkence yapmak ve diğer zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve ceza biçimlerinin kullanmak), 3. fıkrada belirtilen suçu işlemekten suçlu bulunarak, her birini 2 yıl müddetle İçişleri organlarında çalışma hakkından mahrumiyetle bırakma ve 7 yıl azadlıktan mahrum bırakılma cezası verilmiştir.

Ayrıca, 1979 doğumlu J. M., Ceza Kanunu’nun 117. madde (tehlikeye sokma) 2. kısmı ve 238. madde (yalancı şahitlik) 1. kısımda belirlenen suçları işlemekten suçlu bulunarak, 1 yıl müddetle İçişleri organlarında çalışma hakkından mahrumiyetle 3 yıl azadlıktan mahrum bırakılma cezası verildi.

İlk derece mahkemesinin bu kararından razı olmayan tarafların, kanunla belirlenen usule uygun olarak Buhara Bölge Mahkemesine temyiz etme hakkına sahip olduğu kaydedildi.

2022 yılının 1-2 Temmuz günleri Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti’nin merkezi Nukus’ta karışıklıklar meydana gelmişti. Milli Gvardiya (Milli muhafız birliği)  görevlileri ile çatışmalarda 200’den fazla kişi yaralanmış, 18 kişi ölmüştü.

Kun.uz haberlerine göre Yüksek Mahkeme 5.06.2023‘te 14 kişinin cezasını hafifleştirilerek tutuklu bulunan 8’ini ve 12 Haziran 2023‘te de 21 kişini cezasını hafifleştirip 5’ini serbest bırakmıştı. Yani toplam 35 kişinin cezaları indirildi ve tutuklu bulunan 13 kişi serbest bırakıldı. Nukus’taki gösterileri organize ettiği iddia edilen Devletmurat Tajimuratov’un itirazları ise kabul edilmedi ve mahkeme kararının ilgili kısmı değiştirilmedi.

   ….

Blog yazarı Nefaset Allahşükürova 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı

(Gazeta.uz haberi)

Nafosat Ollashukurova.  Özbekistanlı blogger Şebnem (Nafosat) Ollashukurova

6 Eylül 2023
Mahkeme, blog yazarı Şebnem (Nafosat) Ollashukurova’yı iftira ve hakaretle ilgili kanun maddelerine göre 3 yıl hapis cezasına çarptırdı. Harezm bölgesinden ayrılması, iletişim araçlarını ve interneti kullanması yasaklandı.

Özbekistan Yüksek Mahkemesi basın servisinin “Gazeta.uz”a verdiği bilgiye göre, Harezm vilayeti Xonka ilçesi Ceza Mahkemesi, 25 Ağustos’ta yapılan duruşmada blog yazarı Şebnam (Nafosat) Ollashukurova’yı  üç yıl azadlığını sınırlama cezasına çarptırdı.

2019 sonbaharında Ollashukurova, gazeteci Mahmud Rajapov ve akrabalarının Harezm’den Taşkent’e yürüme kampanyasını takip ettiği için tutuklanmıştı. Daha sonra İdari Sorumluluk Kanunu’nun çeşitli maddeleri gereği 10 gün gözaltında tutuldu. İdari gözaltı sırasında açlık grevine başlamasının ardından Harezm vilayeti akıl ve sinir hastalıkları dispanserine yatırıldı.

Aynı yılın Aralık ayı sonunda serbest bırakıldı. Kendini güvende hissetmediğini söyleyerek ülkeyi terk etti. Ollaşukurova’nın Facebook sayfasında yer alan bilgiye göre bir süre Türkiye’de yaşadı.

Mahkeme kararında da belirtildiği gibi bu yıl 14 Mart’ta Harezm vilayeti Boğat ilçesinde tutuklandı ve 16 Mart’tan bu yana ev hapsinde tutuluyor.

Ocak ayında aktivist, “Şabnam TV” adlı YouTube kanalında, Jizzakh vilayetinde 6 yaşındaki bir kız çocuğuna üvey babası tarafından cinsel, fiziksel ve zihinsel şiddet uygulanma olasılığına ilişkin bir video yayınladı ve kolluk kuvvetlerine olayı soruşturma çağrısında bulundu. Adli tıp incelemesi sonucuna göre kızın vücudunda herhangi bir darp izine rastlanmadı. Mahkeme kararında göre kızın ebeveynleri, Ollashukurova’nın ailenin itibarını zedelediğini belirtti.

Sanık suçunu kısmen kabul ederek, kızın anne ve babasının ev sahibi olan arkadaşından bilgi aldığını belirtti. Yayınladığı videoda anne ve babasının isim ve adreslerini belirtmediğini ve onları itibarsızlaştırmaya çalışmadığını ancak yetkililerden araştırma yapılmasını istediğini söyledi.

Nisan ayındaki başka bir videoda Nafosat Ollashukurova, Devlet Güvenlik Servisi’nin “gizli grubunu” blog yazarı Asal Khojayeva’yı (Asalhoney) öldürmekle suçladı. Haklarında ceza davası açılması halinde delil sunacağını söyledi. Mahkeme kararına göre, katilin başka bir şahıs olduğu tespit edildiğinden, kolluk kuvvetlerine yönelik bu bunlar “asılsız ve iftira niteliğinde” ifadelerdir.

Blog yazarı, Harezm vilayetinin Boğat ilçesinin içişleri departmanının kıdemli müfettişi V. B.’yi kasden adam öldürmekle suçladı. 11 Mart’ta, ona karşı iftira sebepli cezai soruşturmasını devam ettirmesi ve ev hapsinin süresinin uzatılması yönünde celp getirdiğinde onunla tartışmıştı. Mahkeme kararına göre Ollashukurova, görevliye hayasızca sözlerle hakaret etti ve iftira attı. Sanık, hamileliğin yol açtığı ruhi durum sebebiyle kendisine hakaret ettiğini söyledi.

Yargıç S. Hamrokulov, blogcuyu Ceza Kanunu’nun iftira ve hakaret hakkındaki iki maddesi uyarınca suçlu buldu ve 3 yıl müddetle azadlığı sınırlama cezasına çarptırdı. Buna göre saat 21:00’den 09:00’a kadar ikamet ettiği yerden (evden) ayrılması, halka açık ve diğer etkinliklere katılması, internet dahil iletişim araçlarını kullanması ve Harezm bölgesini terk etmesi yasaktır. Boğat ilçesi IIB denetimli serbestlik ekibinin izni olmada ikamet ve iş yerini değiştiremez.
Nafosat Ollashukurova’nın mahkeme kararına itiraz ettiği bildirildi

  ….

“Ölmemiş olmam bir mucize”

Tutuklu blog yazarı Abduqadir Mo’minov’un işkence gördüğü iddia edildi

(16 Ağustos 2023 –Ozodlik.org haberi)

                                                                                       İnsan hakları aktivistleri ve ağ kullanıcıları, Mominov’un tutuklanmasını Cumhurbaşkanı Mirziyoyev’in damatlarının işiyle ilişkilendiriyor.

Bu yıl 4 Ağustos’ta Özbekistan Ceza Kanunu’nun bir dizi maddesinden suçlu bulunarak 7 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan ünlü blog yazarı Abduqodir Mo’minov, soruşturma sırasında acımasızca işkenceye maruz kaldığını iddia etti. .

Mahkumun annesi Sabohat Abdullaeva Azodlik’e anlattı.

15 Ağustos’ta Taşkent şehrindeki 1 Nolu Soruşturma Gözaltı Merkezi’nde (Taşturma) oğlunu ziyaret eden Sabohat Abdullayeva, ilk olarak oğluna sağlık durumunu sordu, o  “Gördüğünüz gibi, ölmedim” diye cevap verdi.

Sabohat Abdullayeva‘ya göre, Abduqodir Mo’minov bu yılın 8 Şubat akşamı resmîlerin söylediği  gibi, usul tertiplerine göre gözaltına alınmadı, belki Taşkent’teki bir metan gazı dolum istasyonunda maske takan kişiler tarafından “elleri ve ayakları bağlanarak zorla bir arabaya bindirildi ve kaçırılarak götürüldü.”

Annesinin Abduqodir Mominov’un sözlerinden aktardığına göre, o, soruşturmanın ilk gününden itibaren Taşkent şehrinin İçişleri Baş Yönetimi IIBB’nin (emniyet Müdürlüğü) 3. katında bulunan 311 numaralı odada bir grup operasyon görevlisi tarafından kendisine işkence yapıldığını iddia ediyor.

“Oğlumu yerde süründürüp sol kaburgasına sürekli tekme attılar. Ayakkabılarının topuklarıyla cinsel organlarını bile tekmelediler. İşkence sonucu defalarca bilincini kaybetti, kendine getirip, yine vahşice işkence yaptılar” diyerek Abduqadir Mominov’un sözlerinden alıntılar yapıyor Sabohat Abdullayeva.

Annesinin Azodlik’e anlattığına göre, Abdukadir Mo’minov kendisine işkence yapan üç sorgu görevlisinin ismini söylemiş. Taşkent İBB’de kendisini sorgulayan O.K., ayrıca İçişleri Bakanlığı’nda çalıştığı söylenen “Aziz” ve “İbrahim” isimli operasyon görevlilerinin fiziki ve manevi baskıları sonucu avukat tutmayı reddetmeye mecbur kaldığını söyledi.

Annesinin söylediğine göre Abdukadir Mo’minov, işkence altında kendisinin yazmadığı ifadeleri imzalamaya zorlandığını iddia etti.

“Her türlü işkenceyi uyguladılar. Ölmemiş olmam bir mucize” diye aktarıyor Sabohat Abdullayeva oğlunun sözlerini.

Onun söylediğine göre Abduqadir Mo’minov soruşturma sırasında her gün 1’inci kattan 3’üncü kata kadar emeklemeye zorlandığını, sol kasığına sert tekme atıldığını, birkaç ay boyunca ayakta durmakta zorluk çektiğini söyledi. Böbreğinde hâlâ ağrı olduğunu, ancak doktorlara görünmesine izin verilmediğinden şikayet etmekte.

“Beni en çok etkileyen şey oğlumun ‘Anne, siz neden karar duruşmasına gelmediniz?’ demesi oldu”. Sabohat Abdullayeva devam ediyor: “Ancak ben mahkeme salonundaydım. Görünmez bir yerdeydim, bir kadın gazeteciye “lütfen yer değiştirelim, oğlumu görmem lazım” diye rica edip en öne oturdum. Oğluma ima-işaretlerle cesaret vermeye çalıştım. “Korkma, güçlü ol, sana yardım edeceğim, her şey yoluna girecek” diyen sözlerimi ima-işaretle anlatmaya çalıştım. Bana başını salladı, iyi olacak der gibi göz kırptı. Dün kendisine “beni görmedin mi?” diye sorduğumda düşünüp kaldı “Anne kanımı kontrol ettirmek lazım” dedi. Yemeğine ilaç katıldığını tahmin ediyor, ben de aynı kaygıyı taşıyorum” diyor Sabohat Abdullayeva.

Özbek yetkililer, Abduqadir Mo’minov’un işkence gördüğü iddialarına henüz yanıt vermedi. Bu yılın 22 Şubat günü Özbekistan Başsavcılığı basın sözcüsü Hayat Şemsutdinov, Mo’minov’un soruşturma sırasında işkence gördüğü yönündeki haberleri yalanlamıştı.

Başsavcılık temsilcisi Abduqadir Mo’minov’un işkence sonucu öldüğü yönündeki haberleri, “Bu haber doğru değil. A. Mominov hayatta ve iyi durumda” diye yalanladı.

Geçtiğimiz 4 Ağustos günü Taşkent Mirabad İlçe Mahkemesi, YouTube’da 247 bin abonesi bulunan “Kozgu” kanalının sahibi Abduqadir Mo’minov’u Özbekistan Ceza Kanunu’nun özel hayatın gizliliğinin ihlali, gasp, dolandırıcılık, ticaret veya hizmet kurallarının ihlali ve rüşvete katılım maddelerine göre 7 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırdı.
Mahkeme, hapis cezası dışında Abduqadir Mo’minov’u 3 yıl boyunca gazetecilik (blogerlik) faaliyeti yapma hakkından da mahrum etti.

Karar uyarınca ayrıca mağdurlar lehine maddi ve manevi tazminatın sanıktan tahsil edilmesi öngörülüyor. Mo’minov vakasında aralarında çok sayıda iş adamının da bulunduğu 14 kişinin mağdur olduğu tespit edildi ve toplam meblağın 903,4 milyon som olduğu tahmin edildi.
Aralık 2022’de Abduqadir Mo’minov, kimliği belirsiz kişilerin kendisine saldırdığını, arabasının camlarını kırdığını ve dövdüğünü söylemişti. Taşkent şehri IIBB, Özbekistan Ceza Kanunu’nun 164. maddesi (“Soygun”) kapsamında ceza davası açtığını ancak bunun sonucu hakkında kamuoyuna bilgi verilmediğini bildirdi.
Mo’minov bu yılın Şubat ayında, Ekim 2021’de gerçekleştiği iddia edilen dolandırıcılık ve gasp şüphesiyle tutuklanmıştı.

  ….

Saidov: “Biz işkenceyle mücadele ediyoruz ama, bilgisiz bir görevli Özbekistan’ı tüm dünyaya rezil ediyor”

Özbekistan’da soruşturma ve ceza kurumlarında yaşanan işkence ve ölüm vakalarına değinen Âli Meclis Yasama Meclisi Başkan Vekili Akmal Saidov, bununla tüm dünyada karşılaşılabildiğini söyledi.

İşkencede ölüm olaylarının durdurulamadığı Özbekistan’da, önemli haber sitelerinden Ku.uz, Akmal Saidov’la bir  söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşiyi Özbek Türkçesinden Türkiye Türkçesine çevirerek yayınlıyoruz.

                                                                                          Özbekistan Âli Meclis Yasama Bölümü Başkan Vekili Akmal Saidov

Uluslararası ortaklık girişimlerinin “Yeni Özbekistan: Kalkınma, Yenilik ve Aydınlanma Haftası” etkinlikleri Taşkent’te devam ediyor. Bugünkü (6 Temmuz) programda Âli Meclis Yasama Meclisi Başkan Vekili Akmal Saidov da bir konuşma yaptı.

Etkinlikte İnsan Hakları Millî Merkezi Başkanı da Kun.uz muhabirinin Özbekistan’daki soruşturma ve ceza infaz kurumlarında meydana gelen işkence ve ölüm vakalarının neden azalmadığına ilişkin sorusuna da cevap verdi.

“Ortaya çıkan her olaydan haberim var. Biz zaten neyle meşgul olduğumuzu, ne yapacağımız hakkında daha önce de yazılı rapor sunduk. Genel olarak, işkence sorunu küresel bir sorundur. Dünyada hiç bir devlet yok ki, ceza infaz müesseselerinde işkence yaşanmasın. Her yerde karşılaşılır. Çünkü ben geçen yıl işkence konusunda BM’de Özbekistan’ın beşinci raporunu hazırladım.

Elbette 2015-16 öncesi dönemde de ben Özbekistan’da işkence konusuyla meşgul olmuştum. Siz şimdi sadece Böke ve Andijan’ı hatırladınız. Ben ise Andican’daki geçen yılki veya daha önce Kaşkadarya’daki durumları anlatacağım.

En dehşete düşüreni ise, Andican’daki olaylarda İçişlerindeki 3 görevlinin henüz 24 yaşında olmasıydı. İçişleri Akademisi’nden mezun olduktan sonra ikinci yıldır çalışmaktalar. Bunlar neden böyle bir şey yaptılar sorusu ortaya çıkıyor. Bu korkunç.

Sorduğunuz soruya %100 katılıyorum.
Burada sorunun içişleri sisteminde mi yoksa bireylerde mi olduğu, her durumda büyük bir sorun. Ama biz bunları mümkün olduğu kadar azaltmaya çalışıyoruz. Mesela Ceza Kanunu’nun 235’inci maddesini İşkenceye Karşı Sözleşme’nin birinci maddesine uyarladık. Daha önce bu tam olarak yansıtmıyordu. Bunu uluslararası uzmanlarla birlikte yaptık.

Kanuni esasını yani sorumluluğu güçlendirdik. Bizde 2016 yılına kadar işkence fiillerine ilişkin cezai sorumluluk yoktu. Ceza Kanunu’na özel bir madde ekledik ki, eğer çalışan bunu biliyorsa kendini sorumlu hisseder.

Ayrıca yöneticileri de işkence fiillerinde sorumlu tuttuk. Elbette işkence varsa bu sizin ve bizim çalışmalarımızdaki eksikliklerin olumsuz bir sonucudur. Bunun önünü almak gerek. Biz ne yaptık? İnsan hakları konusunda altı vilayette emniyet güçlerinden 350 görevliye eğitim verdik.

Bundan başka, ombudsman ve yabancı elçilik temsilcileri cezaevlerini ziyaret etmektedir. Mahpusların durumuyla ilgileniyorlar. Ayrıca mahkumların ombudsmana müracaatlarını iletebilmeleri için ayrı bir kutu oluşturuldu. Hapishanede onu kimse açamaz. Cezaevleri kolonisinin başkanı bile.

Elbette yasalar çıkarıyoruz. Lâkin işkence karşıtı standartları bilmeyen bir kişi, Özbekistan’ı tüm dünyaya rezil edebilir. Evet, daha önce bu vakaları kapatmak mümkündü ama artık sosyal ağlar gelişti ve internet aracılığıyla tüm dünya bunu hızla öğreniyor” dedi Akmal Saidov.

  ….

“Yükseliş Hareketi”, İçişleri Bakanlığı reformuna ilişkin derhal uygulamaya konulması gereken bir plan sundu

(Özbekistan’da devlet STK’sı niteliğindeki oluşumlardan “Yükseliş UmumMillî Hareketi” işkenceyi önlemek için bir program hazırladı. Dünyanın bir çok ülkesinde yürürlükte olan bu plan içeriğinin Özbekistan’da henüz uygulanmaması, durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Qalampir.uz haberini sunuyoruz.)

image

“Yüksaliş” milli hareketi, Özbekistan’da son zamanlarda İç İşleri Bakanlığı sisteminde sıkça rastlanan işkence vakalarına son vermek ve sistemin halkçılığını temin etmek için acilen hayata geçirilmesi gereken 10 maddelik planı ilgililere takdim etti. Yükseliş Hareketi Basın Servisi’nin haberi.

“Yüksaliş” raporunda ilk olarak Özbekistan’da son yıllarda insan hak ve özgürlüklerinin sağlanması açısından yapılan olumlu değişiklikler sıralandı. Ayrıca sahadaki olumlu reformlara rağmen son dönemde yaşanan işkence vakalarının Özbekistan’ın mevcut millî ve uluslararası imajını olumsuz etkilememesi gerektiği vurgulandı.

Bu doğrultuda “Yüksaliş”, kamuoyunu eğilimlerine ve alanın uzman değerlendirmesine dayanarak, işkencenin sona erdirilmesi için acilen gerçekleştirilmesi gereken şu önlemleri teklif etti:

1. Her şeyden önce, son dönem meydana gelen işkence vakaları hakkında İçişleri Bakanlığı yönetimi  ayrıntılı bilgi vermeli ve sistemdeki işkencenin sona erdirilmesine yönelik özel planlarını kamuoyuna sunmalıdır;

2. Bundan böyle, her bir işkence ve diğer insan şeref ve haysiyetini aşağılayan diğer durumlar hakkında İçişleri Bakanlığı yönetimi tarafından, düzenli olarak  ve şahsen kamuoyuna bilgi verilmesi uygulamasına geçilmesi;

3. Suç işlediği şüphesiyle yakalanan kişinin haklarının basit bir dille anlatıldığını belirten bir belge alınması uygulamasının getirilmesi;

4. Suç işlediği şüphesiyle yakalanan kişinin savcıyla görüşme talebinin derhal yerine getirilmesi hakkının yasal olarak güçlendirilmesi;

5. Hapse (cezaevine) alınanların resmi olarak cezaevi olarak tanımlanan yerlerde tutulmasını, onların kaldığı yerler hakkındaki bilgilerin akrabalar, arkadaşlar ve kamu kuruluşları da dahil olmak üzere ilgili taraflara açık olmasını sağlamak amacıyla çevrimiçi bir veri tabanının oluşturulması;

6. Bir kişinin tutuklanmasında “Miranda qaidesi”nin uygulanmasına ilişkin eylemlerin istenen seviyede yerine getirilmemesi halinde sorumluluk öngören bir yasa tasarısının derhal parlamentoya sunulması;

7. Millî önleme mekanizması çerçevesinde, İçişleri kurumlarının geçici tutma merkezleri ve gözaltı yerlerine, kamu temsilcilerinin izleme ziyaretlerini düzenlemek ve bunun daimi olarak uygulanmasına yönelik bir mekanizma geliştirmek;

8. İçişleri organlarında işe alma, görevlilerin işe hazırlanması ve peryodik eğitimi sisteminin gözden geçirilmesi, özellikle ilgili yapılarda çalışanların, cezası infaz edilenlerin haklarını öğrenmesi, görevlilerin psikolojik durumlarını stres testimden geçirme sisteminin ıslah edilmesi;

9. Yakalama ve hapse alma yetkisine sahip olan her devlet makamı bünyesinde halk kengeşlerinin kurulması, Kengeş tarafından ilgili kurumun faaliyeti sırasında insan haklarının sağlanması ve ihlal edilmemesi konusunda düzenli halkla istişare ve izleme mekanizmalarının geliştirilmesi;

10. İşkence, insan şeref ve haysiyetinin aşağılanmasına ilişkin, kamuoyunda yankı uyandıran ceza davaları hakkında açık ve gezici duruşmaların teşkili, kitle iletişim araçları aracılığıyla çevrimiçi yayınlanması faaliyetinin yaygın şekilde uygulanması.

(Siyah vurgular “Yükseliş Hareketi” sitesine ait)

 

 

 

Devami

İÇİŞLERİ BAKANI SN. SÜLEYMAN SOYLU’NUN AÇIKLAMASI ÜZERİNE

17.02.2021

TÜRKİSTANDER (Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği) Başkanı Burhan Kavuncu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu‘nun Doğu Türkistanlı’larla ilgili yaptığı açıklamayla ilgili  Hertaraf Haber’e değerlendirmelerde bulundu:

Türkiye İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu, Türkiye’nin Doğu Türkistan politikası hakkında 15 Şubat 2021 günü önemli bir açıklama yaptı. Belirtilen hususlar genel olarak doğrudur ve açıklama Türkistanlılar arasında sevinç yaratmıştır. Bir devlet yetkilisinin açıklayamayacağı bazı hususları ve gördüğümüz eksikleri de bizim ortaya koymamız gerekiyor.

Biz Türkistanlılar Türkiye’nin dış politika önceliklerini belirleme veya eleştirme durumunda değiliz. Her ülke içinde bulunduğu şartlara, stratejik dengelere ve milli menfaatlerine göre politikalarını oluşturur. Burada sadece durum tespiti olarak aşağıdaki hususların bilinmesinde fayda görüyorum:

1-Türkiye devleti, Doğu Türkistanlı muhacirlere sahip çıkmaktadır. Dünyada en fazla Doğu Türkistanlı sığınmacı Türkiye’dedir. Açıklamada belirtildiği gibi ikamet, vatandaşlık, göç hizmetleri gibi birçok konuda ayrıcalıklı yaklaşım gösterilmektedir. Hatta diğer Türkistan ülkelerinden gelen hemşerilerimiz kendilerine de benzer kolaylıklar gösterilmesini istiyorlar.

2-Doğu Türkistanlıların başka bir ülkeye iade edilmemesi yönünde bir uygulama mevcuttur. Geçmiş yıllarda (2018 ve 2019’da) yaşanan iki olayın, görevlilerin hatası yüzünden meydana gelmiş istisnai vak’alar olduğunu düşünüyorum. Yetkililerin vakıaları reddetmeleri, bu hataların inşaallah bir daha tekrarlanmayacağını gösteriyor. Nitekim başka bir iade olayının vuku bulmaması, bunu doğrulamaktadır.

3-Malezya, Tayland gibi ülkelere sığınan Doğu Türkistanlılara da Türkiye “taraf ülke” sıfatıyla sahip çıkmaktadır. Bu, 2000’li yıllardan önce Türkiye’de görülmeyen bir politikadır.

4-BM ve uluslararası platformlarda Türkiye “Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygurlar ve diğer Müslüman azınlıklar”ın haklarını savunmaktadır. Çin’in işlediği insanlık suçlarını kınamıştır.

5-BM’de Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmünü desteklemek için yayınlanan bildirilere, Türkiye imza atmamıştır. Sayıları 25’i bulan birçok ‘müslüman ülke’ Çin’in  ekonomik- siyasi baskılarına boyun eğdiği halde Türkiye’nin bunlar arasında yer almaması sevindiricidir.

Bunlar Türkiye’nin Doğu Türkistan politikasındaki olumlu göstergeler. Eksik veya yetersiz gördüklerimiz ise:

1-Türkiye dünyada Doğu Türkistan meselesine en fazla sahip çıkan ülkeler arasında değildir. Birçok batılı ülke “Uygur sorunu” olarak adlandırdıkları Doğu Türkistan’daki Çin soykırımını daha fazla gündeme getirmektedir. Finlandiya Başbakanı “her şey para değildir, bu bir soykırımdır ve sessiz kalamayız” derken, Kanada ve daha birçok Batılı ülke parlamentosunda Çin’i kınama kararları ilan edilmiştir. “Soykırım” gibi büyük bir insanlık suçu işlemekte olan Çin devletini kınamak için BM’de iki defa bildiri yayınlanmış, 22 ve 39 ülkenin imzaladığı bildirilere Türkiye imza koymamıştır.

2-Çin’in Doğu Türkistan halkına yönelik işlediği soykırım suçuna ortak olmamak ve kınamak için birçok ülke veya şirket, ticari kısıtlamalara başladı. Özellikle “Sincan Bölgesi”nden yapılan alımlar durdurulmakta. Türkiye ise, ihracatının 10 katı olan ithalatında ve diğer ticari ilişkilerinde herhangi bir değişiklik yapmamıştır.

3-2022 yılında Pekin’de yapılacağı söylenen Olimpiyatlara katılmama yönünde, birçok ülke açıklama yaptı. Türkiye bu konuda da başka ülkelerin gerisinde kaldı ve henüz böyle bir konu gündemde yer almıyor.

 

4- 2017 yılında Çin’le imzalanan “Suçluların İadesi Anlaşması” iki ülkenin meclislerinde yasalaştırılmak üzere bekliyordu. 2020’nin son günlerinde Çin meclisinin anlaşmayı onaylaması Türkiye’de geniş bir gündem oluşturdu. Biz Türkiye’nin hiçbir Türkistanlıyı Çin’e vermeyeceğine inanıyoruz. Lakin yine de böyle bir anlaşmanın yapılmasına tepkiliyiz. Çünkü Çin’le yapılacak “suç-suçlu-iade” kavramlarını içeren her türlü anlaşma, bütün dünyada soykırımcı olarak tartışılan bir rejimi meşrulaştırmak anlamına gelir. 21. Asrın bir apartheid (ırk ayrımına  dayalı zalim uygulamaları hukuk sistemi olarak kabul eden) ülkesi olarak öne çıkan Çin Komünist Partisi diktatörlüğü, bu tür anlaşmalarla masum olarak kabul edilmiş olmaktadır ki, bizim bundan razı olmamız düşünülemez.

5- Hepsinden önemlisi, Türkiye’de Doğu Türkistan konusunun gündeme getirilmesi, hükümet tarafından engellenmektedir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu yaptığı resmi açıklamalarda, “Çin aleyhindeki yayınlara ve faaliyetlere izin verilmediğini/ verilmeyeceğini” bildirmiştir. Bu konu “dış politika önceliği” olarak kabul edilemez. Halkın ve STK’ların Doğu Türkistan duyarlılığına saygı gösterilmeli, engellemelerden vaz geçilmelidir. Örnek olarak Ankara ve İstanbul’da Çin temsilcilikleri önünde ailelerini arayan Uygurlara engel olunmaktadır. Yine ana akım medya ve STK’ların, Dışişleri Bakanı’nın açıkladığı hükümet baskısı yüzünden sessiz kaldıklarını tahmin ediyoruz.

Halkın, STK’ların ve medyanın, Doğu Türkistan hassasiyetini serbestçe ortaya koyabilmesi, Türkiye’nin Dünya’daki imajını iyileştireceği gibi, Çin karşısında da elini güçlendireceği açıktır. Buna rağmen aksine bir politika takip edilmesi, bazı bazı Çin yanlısı çıkar çevrelerinin etkisi olarak görülmektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Burhan Kavuncu

TÜRKİSTANDER (Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği) Başkanı

 

Devami

HEPİMİZ SORUMLUYUZ: TACİKİSTAN ÜZERİNDEN ÇİN’E VERİLEN DOĞU TÜRKİSTANLI ZİYNETGÜL TURSUN OLAYI

Doğu Türkistanlı Ziynetgül Tursun’un Tacikistanlı zannedilerek Çin’e verildiğinin kesinleşmesi üzerine TÜRKİSTANDER BAŞKANI Burhan Kavuncu aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:

HEPİMİZ SORUMLUYUZ: TACİKİSTAN ÜZERİNDEN ÇİN’E VERİLEN DOĞU TÜRKİSTANLI ZİYNETGÜL TURSUN OLAYI

Tacikistan devlet yetkililerine ile görüşülerek geçtiğimiz ay  (18 Haziran 2019 günü) İstanbul Havalimanından Tacikistan’a gönderilen Doğu Türkistanlı ZİNİATİGULİ TUERSUN (Ziynetgül Tursun)’un iki çocuğu ile birlikte Çin Halk Cumhuriyeti’ne teslim edildiği kesinleşti.

Göç İdaresi’nin verdiği bilgilere göre 21.05.2019’da yakalandığında üzerinde hiçbir belge olmayan bir bayan kendisinin Uygur ZİYNETGÜL TURSUN olduğunu beyan etti. Göç İdaresi yetkilileri ise “fiziki özellikleri itibatiyle tarafımızca Tacikistan uyruklu olabileceği değerlendirilerek Tacikistan devleti temsilcilikleri ile iletişime” geçtiler.  Tacikistan istihbaratı elemanları yakalanan kişinin kendi vatandaşları RAHİMA AHMADOVA olduğunu Türkiye Göç İdaresi’ne kesin olarak bildirdi. Uyrukların fiziki özellikleri konusunda ‘uzman’ olduğu anlaşılan Göç İdaresi yetkilileri, daha önceki bir çok olayda olduğu gibi Tacikistan devleti istihbaratını tek yetkili mercii sayarak, derhal teslim/ deport işlemini başlattı.

Olay bundan ibarettir. ZİYNETGÜL kardeşimizin Çin devletinin elinde olduğu anlaşılınca Türkiye’deki Türkistanlılar tarafından bu vahim iade olayına tepkiler başladı. Medyada ve çeşitli sosyal medya mecralarında haberler yapıldı. Derneğimizin websitesinde de bir haberle olayı duyurduk (26.07.2019/ turkistanlilar.org ).

Türkistanlıların Türkiye’de maruz kaldığı hata/ haksızlıklar bundan ibaret olmadığı için, bugünkü (28.07.2019) Karar Gazetesi “Ölüme Deport” manşeti ile Uygur Türk’ü ABUDUAINI’nin karşı karşıya kaldığı deport tehlikesini haberleştirdi. Haberin en sonunda da Ziynetgül Tursun olayına da değinildi.

Aynı gün Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından doğrudan Karar Gazetesi ismi ve manşeti zikredilerek bir yalanlama açıklaması yapıldı. Bütün internet medyasında haberleştirilen açıklamada, isim zikredilmeden “kimsenin Çin’e gönderilmediği, adı geçen kişinin Türkiye’de ve serbest olduğu” bildiriliyordu.

Ziynetgül Tursun olayını örtbas etmeye yönelik olduğu anlaşılan bu açıklamadan sonra, “kardeşimizin zaten Türkiye’de olduğu, Çin’e iade haberlerinin yalan olduğu” gibi manipülasyon yayıldı.  “Yalan haber”in Türkistan davasının en büyük düşmanı olduğunu ısrarla vurgulayan bizler de yalancı durumuna düşürüldük.

Aynı gün Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk, Göç İdaresi Genel Müdürü’nün kendisini arayarak “Zinnetgül Tursun isimli 30 yaşındaki dul bayan kardeşimiz ve 2 yetiminin Tacikistan’a sınırdışı edildiğini ve Tacikistan’dan da Çin’e iade edildiği bilgisinin doğru olduğunu söylediğini” açıkladı.

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve Göç İdaresi yetkililerinin iyi niyetleri konusunda hüsn ü zannımızı muhafaza ederek şu hususların altını çiziyoruz:

1-Doğu Türkistanlı göçmenlerin Çin’e verilmesine sebep olan bütün görevliler derhal cezalandırılmalı, göç idaresi gibi önemli bir sorumluluğu taşıma liyakatı bulunmadığı için işten el çektirilmelidir.

2-“İnsanların uyruklarının fiziksel özelliklerine göre tesbiti” ırkçı uygulamasından vazgeçilmelidir. Doğu Türkistan’da Uygurların yanısıra yüzbinlerce Özbek, Tacik kardeşimizin, Tacikistan ve Özbekistan’da da yüzbinlerce Uygur Türk’ünün yaşadığından habersiz kişiler, hassas görevlerden uzak tutulmalıdır.

3-Tacikistan gibi hiçbir hukukun olmadığı, insan haklarının ihlal eden, İslami muhalefeti ezerek yok eden ve Çin rejiminin sadık hizmetkarı olan bir dikta rejiminin istihbarat elemanları ile işbirliği yapılmamalıdır. Daha birkaç sene önce bir muhalif aydını (Omar Ali Kuvvatov) İstanbul’da sokak ortasında öldürdüklerini biz unutmadık. Ziynetgül Tursun olayında Türkiye’yi nasıl kandırdıkları da unutulmamalıdır.

4-Ziynetgül kardeşimiz “Tacik uyruklu olduğu düşünülerek” Tacikistan’a iade edilmiştir. Göç İdaresi açıklamasında ise “ülkesine geri gönderilmesi halinde can güvenliği olmayan, işkence ve insanlık dışı muameleye maruz kalabilecek hiçbir yabancının iadesinin söz konusu olmadığı” iddia edilmektedir. Bu durumda Tacikistan’a da iade yapılmaması icabeder. Türkiye’nin istihbarat ve göç yetkilileri, daha önce Tacikistan’a iade edilen müslümanların akıbetlerini takip etmekte midir? Anayasa Mahkemesi’nin “sınırdışı edilemez” kararı da çiğnenerek Tacikistan’a deport edilen kardeşlerimizin yıllardan beri hala işkence altında olduğunu biliyor musunuz?

5-İçişleri Bakanlığı “deport hedeflerinin tutturulmasını” fazla önemsemektedir. Bu da yakalanan Türkistanlıların “yabancıları insan olarak görmeyen” ‘uzmanların’ elinde hak mahrumiyetine maruz kalmasına sebep olmaktadır.

Türkiye’de İçişleri Bakanlığı uygulamalarının da etkisiyle, yükselmekte olan yabancı düşmanlığı tehlikeli boyutlara gelmektedir. Görevliler “ufak-tefek hatalar” yapmakta beis görmüyor olabilir. Ama Ziynetgül Tursun olayının sadece görevlilerin hatasından kaynaklanmadığı, göçmen politikalarında da ciddi hataların olduğu kabul edilmelidir.

 

Burhan Kavuncu

TÜRKİSTANDER GENEL BAŞKAN

ek 1: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü açıklaması

ek 2: Göç İdaresi tutanağı

Devami

İstanbul’da “Ben de Uygur’um, Ben de Doğu Türkistanlıyım” mitingi yapıldı

 

Bugün İstanbul Beyazıt Meydanı tarihi günlerinden birini yaşadı. Binlerce Türkistanlı ve Türkiyeli müslüman, Doğu Türkistan’da Çin işgal yönetimi tarafından sürdürülmekte olan zulümleri protesto etti. Doğu Türkistan buluşmasına Doğu Türkistan dernek ve vakıflarının yanı sıra Uluslararası Hukukçular Birliği Genel Sekreteri Necati Ceylan, Hoca Ahmet Yesevi Vakfı Başkanı İlyas Saka, Türkistander Başkanı Burhan Kavuncu ve bir çok siyasetçi, STK temsilcisi destek verdi.

Saat 12’de Beyazıt Meydanı’nda toplanan kalabalık tekbir ve sloganlarla, Doğu Türkistan’ın yalnız olmadığını ilan ediyordu. Program, Doğu Türkistan Teşkilatlar Birliği Genel Başkanı Hidayet Oğuzhan‘ın hazırlanan Basın Açıklaması’nı okumasıyla başladı.

Hidayet Oğuzhan konuşmasına başlarken “Bütün Türkistan boylarını, Özbekleri, Kazakları, İslam ümmetinin bütün şubelerini ve dünya mazlumlarını, Türkleri, Kürtleri, Arapları, Afrikalıları Doğu Türkistan’ın ıztırabını paylaşmaya, hep beraber  “Ben de Uygurum, Ben de Doğu Türkistanlıyım” diye haykırmaya çağırdı. Oğuzhan:  “Türkistan coğrafyasında bir tarih kapatılmak üzere, bir millet yok ediliyor , bir medeniyet yok ediliyor , kültürel ve ırki soykırım sürüyor.izzet ve namuslar çiğneniyor,minareler susturuyor, camileri yıkılıyor kuran ve kutsallar yakılıyor. Bugün burada herkesi etnik kimlikleri, töreleri,inançları ve değerleri ne olursa olsun Bir İnsan olarak kendilerine düşen mes’uliyet ve mecburiyetlerini yapmaya davet etmek için toplandık. Bugün Türklüğün, Müslümanlığın ve insanlığın sınav günüdür, bugün Doğu Türkistan meselesinin, Türklerin,  Azeri’nin, Özbeklerin, Kırgızların, Kazakların, Kürt’lerin,  Arapların,  Afrıkalının,  Asyalının, Batılının, Doğulunun, Ümmetin ve vicdanı olan bütün insanlığın meselesi olsun isteriz. Herkesin #BendeUygurum #BendeDoğuTürkistanlıyım
demesini ve haksızlığın, hadsizliğin ve zulmün karşısında durmasını istemek için bugün buraya toplanmış bulunuyoruz” dedi.

(Basın Açıklaması’nın tam metni aşağıda)

Daha sonra Alperen Ocakları İstanbul Şubesi, Doğu Türkistan Kültür Derneği Başkanı Seyit Tümtürk ve bazı siyasetçiler duygu ve düşüncelerini paylaştılar. Günün son konuşmasını Türkistander Genel Başkanı Burhan Kavuncu yaptı.

Kavuncu konuşmasında şunları söyledi:

“Şu meydandaki her kardeşimizin  en az bir akrabası ya şehit oldu, ya toplama kamplarında veya hapishanelerde. Bunun için Doğu Türkistan’da yaşadığımız büyük acıları size tekrar anlatmama gerek yok.

Ben bazı hususların altını çizmek istiyorum. Doğu Türkistan’daki Çin işgali, Batı Türkistan’ı da tehdit etmektedir. Özellikle Kırgızistan ve Tacikistan Çin tehdidiyle karşı karşıyadır. Çin ordusu sınır bölgesinde Tacikistan topraklarını işgal etmeye başlamıştır. Tacikistan’ın satılmış devlet başkanı İmamali Rahmanov Çin’den para alarak sınır bölgesindeki ülke topraklarının işgal edilmesine izin vermektedir. Bütün Batı Türkistan, Çin tehdidi altındadır. Bu sebeple bizim Özbek, Uygur, Kazak demeden, hep birlikte Çin işgaline karşı durmamız gerekmektedir.

Bir diğer husus, Doğu Türkistan mücadelesi dünyanın en temiz, en saf, Allah’ın rızasına en yakın bir mücadeledir. Bu mücadele ne bir mezhep mücadelesi, ne etnik bir mücadele, doğrudan doğruya hak ve batılın bir mücadelesidir. Allah’ın razı olduğu ve Allah’ın yardımına mazhar olacak bu mücadeleyi kimsenin kirletmesine izin vermeyeceğiz. Özellikle Çin büyük şeytandır ama Amerika en büyük şeytandır. Amerika’nın dünyada yardım ettiği, himayesine aldığı hiç bir millet, hiç bir topluluk iflah olmamıştır. Biz Amerika’dan yardım da istemiyoruz, destek de istemiyoruz. Amerika bize uzak dursun yeter. Bize Allah’ın yardımı yeter diyoruz. Amerika bizi, kendi içimizde bölerek ‘Amerikancı Uygurlar, Amerikancı Özbekler, Kazaklar’ diye gruplaştırarak, birbirimize düşürmek istiyor. Eğer biz bunun fitnesine, fesadına, iğvasına kapılırsak Allah’ın yardımından mahrum kalacağımızı unutmamalıyız.

Son olarak Çin Komünist Partisi, komünist ismini kullanmasına rağmen dünyanın en vahşi kapitalist ülkesinin hakimidir. Çin devleti dünyanın en ucuz iş gücünü kullanarak, işçi ücretlerini, emeğin hakkını bütün dünyada düşürerek, ucuz ve kalitesiz mal üretmektedir. Çin malı denilince herkesin aklına ilk önce bu geliyor. Ucuz ve kalitesiz üretim. Şimdi bu ucuz ve kalitesiz mallarına, Türkiye’den Aydınlık gazetesi ile Sabah/ a haber grubunu da katmış. Parayla yaptırdığı yalan haberleri bunlara yayınlatıyor. Doğu Türkistan’ın Müslüman halkını arkadan vuran bu yalancıları da burada kınıyoruz”.

 

BASIN AÇIKLAMASI METNİ

23 Şubat Basın Açıklaması

 

#Ben deUygurum #Ben deDoğuTürkistanlıyım BasınAçıklaması

#Ben de Uygurum #Ben Kazağım #Ben Kırgızım  #Ben Özbeğim      #BenDoğu Türkistanlıyım #AnnemNeredeBabamNerede #KardeşlerimNerede #HeyitiSerbestBırak  #HalkımıSerbestBırak #ToplamaKamplarınıKapat

Türkistan coğrafyasında bir tarih kapatılmak üzere, bir millet yok ediliyor , bir medeniyet yok ediliyor , kültürel ve ırki soykırım sürüyor.izzet ve namuslar çiğneniyor,minareler susturuyor, camileri yıkılıyor kuran ve kutsallar yakılıyor. Bugün burada herkesi etnik kimlikleri, töreleri,inançları ve değerleri ne olursa olsun Bir İnsan olarak kendilerine düşen mesuliyet ve mecburiyetlerini yapmaya davet etmek için toplandık. Bugün Türklüğün,Müslümanlığın ve insanlığın sınav günüdür, bugün Doğu Türkistan meselesinin,Türklerin, Azeri’nin, Özbeklerin, Kırgızların, Kazakların, Kürt’lerin, Arapların, Afrıkalının, Asyalının, Batılının, Doğulunun, Ümmetin ve vicdanı olan bütün insanlığın meselesi olsun isteriz. Herkesin #BendeUygurum #BendeDoğuTürkistanlıyım
demesini ve haksızlığın, hadsizliğin ve zulmün karşısında durmasını istemek için bugün buraya toplanmış bulunuyoruz.

Malum olduğu üzere, Çin’in Doğu Türkistan’da son iki senedir sürdürmekte olduğu asimilasyon ve imha politikası, üç alandaki uygulamalarla Doğu Türkistan’ın varlığına son vermeyi hedeflemektedir: Bunlar: Toplama kampları, Çinli-Uygur akrabalaştırma projesi ile bütün inanç ve kimlikleri Çinlileştirme politikasıdır. Bir halkı yok etme yönündeki bu hamlelerin yarattığı ızdırap ve çığlıklar, ne kadar bastırılmak istense de arşa kadar yükseldi. Mazlumların feryadını duymayan kalmadı. Dünya ve Türkiye kamuoyunda meydana gelen infial ve Türk milletinin iftiharı olan Abdurehim HEYİT’in şehit edildiği haberinin yayılması üzerine, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ve Hükümet sözcüsü milletin hissiyatına tercüman olarak birer açıklama yaptılar. Bu açıklamalarda özetle şunlar söylendi:
“Uygur Türklerinin ve diğer Müslüman toplulukların temel insan haklarını ihlal eden uygulamalar, özellikle son iki yıl içerisinde ağırlaşmış ve uluslararası toplumun gündemine taşınmıştır.
Özellikle Ekim 2017’de “Tüm Dinlerin ve İnançların Çinlileştirilmesi” siyasetinin resmen ilan edilmesi, Uygur Türklerinin ve bölgedeki diğer Müslüman toplulukların etnik, dini ve kültürel kimliklerinin tasfiye edilmesi hedefi doğrultusunda atılmış yeni bir adım olmuştur.
Keyfi tutuklamalara maruz kalan bir milyondan fazla Uygur Türkünün toplama kamplarında ve hapishanelerde işkence ve siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldıkları artık bir sır değildir.
Kamplarda alıkonmayan Uygurlar da büyük baskı altında bulunmaktadır.
Yurtdışında yaşayan Uygur asıllı soydaş ve vatandaşlarımız bu bölgedeki akrabalarından haber alamamaktadır. Binlerce çocuk ebeveynlerinden uzaklaştırılmış, yetim kalmıştır.
21. yüzyılda toplama kamplarının yeniden ortaya çıkması ve Çin makamlarının Uygur Türklerine yönelik sistematik asimilasyon politikası insanlık adına büyük bir utanç kaynağıdır”.
Dışişleri Bakanlığı açıklamasında ayrıca “Türk kamuoyunun Doğu Türkistan’daki ağır insan hakları ihlalleri konusundaki tepkisinin Çin makamlarınca dikkate alınması, Uygur Türklerinin temel insan haklarına saygı gösterilmesi ve toplama kamplarının kapatılması” istenmiş, BM bu insanlık trajedisinin sona erdirilmesi için etkili adımlar atmaya çağırılmıştır.

Türkiye’nin resmi tepkisini bildirmesinin üzerinden 24 saat geçmeden Çin’in resmi basını, Abdurehim Heyit’in hayatta olduğunu iddia eden bir video yayımladı. Ardından Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ve Ankara Büyükelçisi, pişkin ve küstahça toplama kamplarını savunarak Türkiye’ye karşı nezaketsiz, kustah bir uslüpla cevap verdiler.
Yayımlanan 26 saniyelik bu video bile Çin’in utanmazlığının, sanatçıları hapislere
doldurduğunun itirafıdır. Doğu Türkistanlılara yapılan işkencelerin yeni bir ispatıdır. Abdurehim Heyit, ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeden ve rahat bir şekilde konuşamadan, yapılan açıklamaları kabul etmiyoruz.
Ve biz de onlara diyoruz ki: Ey Çin ! Daha önce şehit edildiği haberlerini aldığımız  şahsiyetlerin de hayatta olduklarına yönelik video görüntülerini yayınla! Ünlü Tıp profesörü Halmurat Ghopur nerede? Dünyaca meşhur tarihçi Prof.Dr.Rahile Davut’tan tam onüç aydır haber alınamıyor. Yaşıyorlarsa videosunu görmek istiyoruz. İslam aleminin iftiharı olan Abdulkerim Abdulveli, Abdulhamid Damolla, Muhammed Salih Damolla vr Abdulahad Han Mahdum gibi nice alimlerimizin öldüğünü açıkladın, cenazelerini vermedin. Alimlerimizi, aydınlarımızı, işadamlarımızı, sanatçılarımızı, sporcularımızı serbest bırak! Akrabalarımızı serbest bırak. Halkımızı serbest bırak ve Çin nazi kamplarını şartsız olarak kapat.

Çinin Doğu Türkistana Yabancı gözlemci çağırma oyununu kabul etmiyoruz.
Çinin kamp iddialarımızı çürütme gayretinde yabancı ülke heyetlerini tertip ve tezgah ortamında Doğu Türkistan’a gözleme için çağırmasının Çin gibi baskıcı ve dikta rejimin organizasyonda adil ve şeffaf olmayacağından dolayı bu tür tek taraflı, kontrollü ve düzmece ziyaretler neticesinde sunulacak her türlü açıklama ve raporu tamamen reddediyor ve kabul etmediğimizi ilan ediyoruz.

Bunun karşılığında Doğu Türkistan diasporası olarak Türkiye başta olmak üzere BM, İİT, Arap Birliği, uluslararası İnsan Hakları Örgütleri ve Doğu Türkistan Diasporası vekillerinden teşkil eden bağımsız bir Teftiş heyetinin Doğu Türkistan’a gitmesi talebinde bulunuyoruz. Bu heyetin sağlıklı, adil ve şeffaf gözlem ve incelemelerde bulunabilmeleri için ziyaret esnasında Çin yönetiminin tamamen devre dışı kalmasını talep ediyoruz,  Aksi tadirde Çin’in uyduruk model tertipleri çerçevesinde yapılacak bütün yabancı gözlemci ziyaretlerini bir tiyatro olma dışında bir anlamı olmadığını ilan ediyoruz.

İşbu nedenle Türkiye’deki Doğu Türkistanlı Sivil Toplum Kuruluşları olarak Çin’in Doğu Türkistan’daki toplama kamplarında tutulan akrabalarımıza sahip çıktığımızı gösterebilmek amacıyla bu Basın Açıklamasını yapmaktayız.
2050 senesine kadar Dünyaya hakim olma rüyasına ulaşmayı hedefleyen işgalcı Çin, tek Çin-Tek Millet (Çin Milleti ve Çin Devleti) yaratmak açısından projenin çok önemli bir kısmı olan Doğu Türkistan için Uygurların yok edilmesi veya tamamen Çinlileştirilmesi hedeflenmiştir. Hedefe ulaşmak için olağan üstü bir operasyona hızlı geçiş yapan Çin 70 senelik zulüm politikasını bir anda zirveye çıkarmıştır.

BM ve Uluslararası İnsan Hakları teşkilatları temsilcileri, herhangi bir yargı kararına dayanmaksızın toplama kamplarına konulan kişi sayısının 1 milyonu aşkın olduğunu iddia etmişti. Gayri resmi kaynaklar ve bulgulardan yola çıkarak 3 ile 5 milyon kadar insanın kamplarda tutulduğu kanaatindeyiz. Toplama kamplarında ırkî ve dinî aşağılama esaslı Çinlileştirme projesi yürütülmektedir. Kamp veya hapishanelerde şehit edilen veya hayatını kaybeden vatandaşlarımızın cenazeleri verilmemekte mezarları gösterilmemektedir.

Ayrıca “kardeş aile projesi” adı altında Çin Komünist Partisi üyeleri veya istihbarat elemanları, erkekleri hapse atılan ailelerimizin evlerine yerleştirilerek birlikte yaşamaya zorlanmakta, genç kızlarımız Çinli erkeklerle evlendirilmeye mecbur bırakılmaktadır.

Müslüman Türkistan halkı içki içme ve domuz eti yemeye zorlanmaktadır. Doğu Türkistan ile dışarıdan irtibat kurmak, telefonla görüşmek imkânsız hale gelmiştir. İrtibat kurulanlar direkt hapse atılmakta, hapse atılanların akıbetinden ise haber alınamamaktadır.

Çin’in Doğu Türkistan halkının milli, dini ve kültürel kimliğine yönelik başlattığı Çinlileştirme politikasını gerçekleştirmek için her türlü asimilasyon tuzakları, aile planlama ve Çinli göçmen-yerleşimci politikaları ile bölgenin demografik yapısının değiştirme icraatları tam hız ilerlemektedir. Böylece 40 milyonluk Müslüman Türk halkı dünyanın göz önünde etnik ve kültürel büyük bir soykırıma maruz kalmaktadır. Dil, kültür, medeniyet miraslarımız, camilerimiz yok edilmekte, Uygur kızları meslek edindirme bahanesi ile Çin’e gönderilmekte, kızlarımız Çinlilerle zorla evlendirilmektedir. Ebeveynleri toplama kamplarında tutulduğundan dolayı başı boş kalan masum çocuklar da özel hazırlanmış mankurtlaştırma kamplarında Çinlileştirmeye tabi tutulmaktadır.

70 yıldan beri işgal altında olan ata yurdumuz Doğu Türkistan geçmiş yıllarda büyük katliamlar yaşadı. 1991’de Barın Katliamı, 1997’de Gulca Katliamı, 2009’da Urumçi katliamlarında onbinlerce Doğu Türkistanlı öldürüldü. Kadın erkek Türkistanlıların infaz görüntüleri hala hafızalarımızdadır. Doğu Türkistan halkı bu katliamlara rağmen asla teslim olmadı. Fakat şimdi yaşadığımız 2017 sonrası dönem artık bir TOPLU İMHA OPERASYONU’dur. 21. Asırda yeni bir Endülüs olayı yaşanıyor.

Bütün insanlığa, İslam alemine ve Türk dünyasına sesleniyoruz. Bizim sesimiz olun. Ben de Uygurum! Ben de Kazak’ım! Ben de Doğu Türkistanlıyım! Diyerek bizim acımızı, bizim derdimizi paylaşın.
Son olarak Sayın Cumhurbaşkanımız ve İslam Dünyası liderlerinden bu basın açıklamamız aracılığı ile halkımız adına iletmek istediğimiz ve çok aciliyet arz eden taleplerimiz olacaktır.
1-Çinliler zaten üstü açık hapishaneye çevrilmiş olan Doğu Türkistan’da dünyada başka bir örneği olmayan sözde “Eğitim merkezleri” adını verdiği Nazi kamplarında halkımıza karşı kültürel, dinî ve ırkî soykırım yapmaktadır. Bu kamplar derhal kapatılmalıdır.
Buralara hapsedilen aydınlar, sanatçılar, din adamları, iş adamları, bütün Doğu Türkistanlılar serbest bırakılmalı, 21. Asrın bu utanç uygulaması sona ermelidir.

2-Kutsal ve namus saydığımız evlerimize ve ailemizin içine göçmen Çinlileri yerleştirilmektedir. Bu çirkin ve ahlaksız uygulama derhal durdurulmalıdır.

3-Açıkça ilan ettiği Türkleri ve İslam dinini Çinlileştirme politikaları ile Uygurca, Kazakça ve diğer Türk dilleri, kültür ve kimliklerimiz ve bütün manevi değerlerimiz yok edilmektedir, buna derhal dur denmelidir.

Evlerimiz ve sokaklarımız virane hale dönmüş, kökleri binlerce seneye uzamış şanlı ve asil bir millet göz göre göre yok edilerek yer yüzünden silinmek istenmektedir. Çin’in Doğu Türkistan’da yürütmekte olduğu bu insanlık dışı uygulamalar derhal durdurulmalıdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın mesele ile ilgili bizzat alakadar olup diplomatik girişimlerin başlatılması ve gerekli adımların atılmasını arz ediyoruz.

Hidayet OĞUZHAN
Doğu Türkistan Teşkilatlar Birliği Platformu

 

Devami

Çin, Doğu Türkistan’a Zulme Son Ver!

Türk Ocakları Genel Merkezi, Doğu Türkistan’daki zulümlere karşı imza kampanyası başlattı

DOĞU TÜRKİSTAN’DA İNSAN HAKLARI İHLÂLLERİNE SON VERİLSİN

1949’da Çin tarafından işgal edilen ve 1955’de “Sinkiang Uygur Özerk Bölgesi” adıyla Çin tarzı özerk bölgeye çevrilen Doğu Türkistan’da yaşayan ve çoğunluğu Uygur olmak üzere Kazak, Kırgız ve diğer Müslüman Türk unsurlardan oluşan Doğu Türkistan halkı son yıllarda daha önce eşi benzeri görülmemiş baskı ve zulüm politikalarına maruz durumdadır.

Çin Devleti, Doğu Türkistan’da yaşayan ve çoğunluğu Uygur olmak üzere Kazak, Kırgız ve diğer Müslüman Türk unsurlardan oluşan Doğu Türkistan halkını kitlesel bir biçimde sözde “eğitim kampları”nda tutmaktadır. Araştırmacılar yaklaşık olarak bir milyon kişinin yargılama olmaksızın kamplarda tutuklu bulunduğunu tahmin etmektedir. Bu tutuklular katı bir gözetim altında, psikolojik baskılara tabi tutulmakta, ana dillerini , dinlerini ve kültürlerini terk etmeye zorlanmaktadırlar. Kampların dışındaki Müslüman Türk halk ise çok yoğun izleme sistemleri, kontrol noktaları ve kişilerin birbirlerini gözetlemeleri gibi temel insan haklarını alenen ayaklar altına alan yollarla büyük bir baskı altında yaşamaktadırlar.

Bu şekilde devam etmesi hâlinde, emsali görülmemiş bir soykırıma dönüşecek olan bu uygulama ve baskıların gündeme getirilmesi, asla Çin’in iç işlerine karışmak olarak değerlendirilmemeli; ekonomik ve stratejik işbirliği düşünülerek milyonlarca Müslüman Türk’ün, tüm dünyanın gözü önünde asimilasyona uğramasına izin verilmemelidir.

Aşağıda imzası bulunan bizler;

Çin’in, Doğu Türkistan’da uzun süredir “terörizm ve dinî aşırılık” bahanesiyle devam ettirdiği bu ırkçı tutumundan, insan hakları ve inanç hürriyeti kısıtlamalarından ve “yeniden eğitim kampları” adıyla açık hava hapishanesi şeklinde kurduğu çağdaş Nazi işkence kamplarından bir an önce vazgeçmesi, yasadışı bir şekilde gözaltında tuttuğu bir milyondan fazla Müslüman Türk soydaşımızı serbest bırakması çağrısında bulunuyor; başta Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri olmak üzere uluslararası toplumu bu konuda duyarlı davranmaya ve çözüm üretmeye davet ediyoruz.

Kamuoyuna saygı ile arz ederiz.

 

“Çin devletinin Doğu Türkistan’da hayatın her alanında uyguladığı baskı ve zulmü şiddetle telin ediyor, bir milyondan fazla Müslüman Türk soydaşımızı serbest bırakması için kampanyaya destek veriyorum.”

 

 

KAMPANYAYA SANAL İMZA İLE KATILMAK İÇİN TIKLAYINIZ 

Devami

21. ASIRDA TÜRKİSTANLILAR VE YENİ GÖÇ DALGASI

Burhan Kavuncu

Merkezi Asya’daki eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin birbirinden  ayrıştırılmaya çalışılması ve ayrı birer ulus devlet olarak tanımlanması bir realiteye dayanmamaktadır.  Masa başında çizilmiş sun’i  sınırlar olmasa, bu bölgede  Özbekler, Uygurlar, Kırgız, Kazak, Türkmen, Tacikler  karışık olarak bir arada yaşıyorlardı. Yine de yaşıyorlar, ama arada sınırlar var.

Ortaasya’da Müslüman halkların yaşadığı bölgenin adı Türkistan’dır. Türkistan Asya’nın kalbidir, Doğusu ve Batısıyla bir bütündür. Türkistan  bir medeniyetin adıdır ve Türkistanlılar birbirine tarihî, dinî, kültürel bağlarla bağlıdır. Her yerde  olduğu gibi burada da bir çok aşiret veya kabile yaşamaktadır.  Bunlar arasında tarihte  bir çok cahili çatışmalar yaşanmış olsa dahi aslında Türkistan halkı 100 milyonu aşan nüfusuyla  kültür ve inanç olarak bir bütündür.  Türkistan, Müslüman nüfusunun yanı sıra, stratejik mevkii, ekonomisi, tarihi geçmişi sebebiyle de önem arz etmektedir. Bu sitede bu konuların her birisini ayrı başlıklar halinde ele almaya çalışacağız.

Türkistan önce Çin ve Sovyet Rusya arasında Doğu ve Batı Türkistan diye bölündü. Her iki bölümde de şiddetli baskı ve asimilasyonlar uygulandı. Bu baskılar, özellikle Mao ve Stalin dönemlerinde kitlesel katliamlar halinde gerçekleştirildi. Türkistan adı iki parçada da yasaklandı. Doğu’da Komünist Çin hükûmeti Türkistan’ın adını Sin Kiang (yeni ülke) olarak değiştirdi. Batı’da ise Türkistan Ruslar tarafından beş  ayrı cumhuriyete bölündü. Her bir parça ayrı ayrı uluslaşma sürecine sokularak maalesef birbirinden uzaklaştırıldı. Bütün bu  sun’i ayrıştırma çabalarına rağmen, Türkistan halkları, kültürel ve dinî bütünlüğünü büyük ölçüde korumaktadır.

Türkistan’daki  uluslaştırma süreçlerinin ve sınırların ne kadar yapay olduğunu gösteren bir örnek, Türkistan’ın kalbi mesabesindeki  Vadi (Fergana Vadisi)’ dir. Vadi bugün Özbekistan’ın Doğusu ile Kırgızistan’ın Güney-Batısı ve Tacikistan’ın Kuzey’inde  bulunmaktadır. Tarihi Maveraünnehir  (Amuderya ile Siriderya arasındaki bölge) uygarlıkları da bu bölgede kurulmuştur. 19. Yüzyılda  Hokant Hanlığı’nın yönetiminde bulunan Fergana vadisi, Ortaasya’daki İslamî hareketlerin de beşiği durumundadır. Vadi’nin bugün üç ayrı devletin sınırları arasında bölünmesi ne kadar sun’i ise, Türkistan’ın ayrı ayrı ulusal devletler olarak bölünmesi de aynı derecede sun’idir.   Fergana Vadisi, halkının dinini yaşamaya önem vermesi ve geleneksel  İslamî ilimlerin öğretiminin yüzyıllardır kesintisiz devam etmesi sebebiyle büyük bir İslamî  birikimi ihtiva etmektedir. Bu potansiyeli yok etmek, Kerimov diktatörlüğünün olduğu kadar ABD, Rusya ve Çin’in de başlıca amacıdır.

Günümüze gelecek olursak. Bugün farklı ulusal sınırlar ve bayraklar arasında bölünmüş olsa da, Türkistan halklarının kaderi birdir ve birbirine bağlıdır. Özbekistan 30 milyon nüfusuyla bölgede büyük bir ağırlık merkezidir. Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan’da da problemler olmakla beraber, Özbekistan’daki mesele,  hem ekonomik, hem içtimaî hem de siyasî bir çıkmaza saplanmış olması sebebiyle Türkistan coğrafyasındaki bütün çözümsüzlüklerin  merkezini  teşkil etmektedir.

Sovyetler Birliği (1917-1991) bütün Türkistan için büyük bir tahribat dönemi olmuştur. Orta Asya’nın tamamı  yoksullaştırma, dinî ve millî kimliğinden uzaklaştırmayla beraber, stratejik olarak da önemsizleştirme  uygulamalarına maruz kalmıştır. Aynı politikalar özellikle Özbekistan’da 1991’den sonraki sözde müstakillik döneminde de devam etmektedir. Özbekistan’daki diktatörlük rejimi, kendi varlığını ve diktatörlerin şahsi zenginliklerini koruyabilmek için, ülkenin daha da gerilemesine, halkın Sovyet döneminde dahi görülmemiş bir yoksulluk içine düşmesine sebep olmuştur.  Kerimov rejimi  Rusya, Çin  ve ABD ile devirsel işbirliği dönemlerinde, bu ülkelerin istek ve çıkarlarını gözetmek dışında bir harici politika yürütmemektedir. Halkın  Türk ve İslam kimliğinden uzaklaşması  emperyalist devletlerin ortak talebi olduğu gibi, Özbekistan’daki Stalin modeli diktatörlük din düşmanlığını kimliğinin esası yapmıştır. Komşuları Kırgızistan ve Tacikistan’la meydana gelen sınır ihtilafları, su, enerji  ve diğer meseleler, halklarımızı gereksiz olarak birbirinden uzaklaştırmaktadır.

 

YENİ GÖÇ DALGASI

Bugün Türkistan’da, özellikle Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve  Özbekistan’da açlık vardır. Bütün yer altı zenginliklerine, doğal kaynaklara rağmen insanlar ekmek bulabilmek için yurtlarından uzaklara gidiyorlar. Sadece Özbekistan’da 50 bin civarında insan, dini ve siyasi nedenlerle hapishanelerdedir. Basın ve kültür hayatı despotik uygulamalar sebebiyle ölmüş durumdadır. Bu dört  ülkeden ve Doğu Türkistan’dan en az 10 milyon kişi, komşu ülkelere, Rusya ve Türkiye’ye göç etti.  Ortadoğu ülkelerinden Avrupa’ya, hatta Kanada’ya kadar Türkistanlı göçmenler hayat mücadelesi veriyorlar. Muhacirlerin çoğunluğu iş ve ekmek bulmak için, önemli bir kısmı da baskı ve işkenceden kurtulmak maksadıyla vatanlarından uzak yollara düştüler.

Türkistanlılar artık insanca yaşamak istiyor. Özgürlük ve asgari insani haklarına kavuşmak istiyor. Bizi önce Doğu- Batı Türkistan, sonra Kırgız, Kazak, Tacik, Uygur, Özbek diye bölenler, bu yetmezmiş gibi halkımızı birbiri ile vuruşturarak iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar. 2010 yılında meydana gelen Kırgız- Özbek çatışmaları hala canlı tutulmak isteniyor. Türkistan halklarının kendi kendini yönetecek dirayetli kadroları ya ülkelerinden uzaklaştırıldı ya da hapishanelere doldurularak çeşitli şekillerde tasfiye edildi. 150 yıldan beri Türkistan büyük katliamlarla ve göçlerle ağlatılıyor.  Kimse rahatını bırakıp vatanından ayrılmak istemez. Türkistanlılar çeşitli göç dalgalarıyla Dünya’nın her yerine dağılmak zorunda kaldılar. Son göç dalgası, Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte1991’den beri devam eden ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların sonucudur. İstikrarsızlığın da ötesinde bir çöküş söz konusudur. Milyonlarca Türkistanlı, büyük acılar içerisinde yurtlarından ayrı kalmanın zorlukları ile mücadele ediyor.

Bugün Türkistanlı yeni kuşak göçmenlerin ciddi problemleri vardır. Bunların başında, geldikleri ülkede yasal olarak kalma imkanının verilmemesi geliyor. Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri, Türkistanlılara, geldikleri ülkeyi göz önünde bulundurmadan ikamet hakkı vermek zorundadırlar. Çünkü bu ülkeyi, 1000 yıl önce kuranlar da Ortaasya’dan göç ederek gelen Türkistanlılardır. Dolayısıyla, yerli halklarla beraber bu ülkeniz gerçek sahipleri olan Türkistanlılara ikamet hakkının dahi tanınmaması ayıptır. Bu tabii hakkımızı elde etmek için elimizden gelen her türlü çabayı sarfetmeliyiz. Türkistanlılar, ‘yabancılar mevzuatına’ tabi olamaz. Yasal düzenlemelerde bu husus dikkate alınmalıdır.  (Bu doğrultuda T.C. Milli Eğitim Bakanlığı derneğimizin müracaatı üzerine, “Türkistanlıların çocuklarının ikamet durumlarına bakılmaksızın okullara kaydedilmeleri” ni öngören yazılı bir talimat yayınlamıştır. Bu şuurla diğer uygulamaların da düzeltilmesini ümit ediyoruz).

Biz biliyoruz ki, gelişmiş ve özgür, Uluğ ve Azad Türkistan’ı ziyalı ve İslami Türkistanlı kadrolar kuracaktır.  Ne kendisine milliyetçi diyen ulusal etnik bölücü çevreler, ne de sosyalist veya laikler Türkistan’ın meselelerine gerçek bir çözüm getirebildiler.  Gurbet ellerde sahipsiz kalan Türkistanlıların sosyal ve ekonomik dertleriyle kimse ilgilenmedi.  Bugün de Türkistanlıların acısını sadece, ümmetin ayağına diken batsa onu ciğerinde hisseden Müslümanlar  paylaşmaktadır. Halkımızın içinde farklı kültürler, dini ve siyasi temayüller vardır, ancak bu farklılıklar bir arada yaşamaya, bir  ve beraber olmaya mani değildir.  Diktatörlüğün ve hizmetkârı olduğu emperyalist devletlerin aleti olmamak şartıyla, bir toplumda elbette farklı eğilimler olacaktır ve herkes bunu kabul etmek zorundadır.  Emperyalist devletlerin işbirliğindeki diktatörlük rejimleri bize bugüne kadar sadece baskı, işkence, yoksulluk ve etnik kargaşa ile acılar yaşatmıştır. Türkistan ve Türkistanlılar acılardan kurtulmaya yakın ve layıktır inşâallah.

Devami