Türkistanlı kahraman Osman Batur

Doğu Türkistan’ın hürriyeti için mücadele edip, bu uğurda canını veren efsane insan Osman Batur’u en yakın silah arkadaşlarından biri olan Nurgocay Batur anlatıyor.

Nurgocay Batur‘un gönderdiği adam mektupları, Osman Batur‘un* eline teslim eder.

Nurgocay Batur ise, Delilhan ve Kapas Batur’un adamları ile birlikte Altay şehri Sarsümbe’ye doğru yola çıkmıştır. Türkistanlıların kışlak yeri olan Buvrıltogay ırmağı kenarındaki Kara Bulgun köyüne gelirler. Keşibay Zalın onları evinde misafir eder. Orada köy ağası olan halk liderlerinden birkaçı; Kasen Zengi, Çağatay Zengi, Müşteri Zengi, Hacıbay Zengi, Begecay Zalın ve Zel Zengi, Nurgocay Batur’la görüşmek için gelirler. Bunlar Çin hükûmeti ile nasıl anlaşıldığını, bu anlaşmanın kendilerine ne gibi haklar tanıdığını, savaşa nasıl son verildiğini, anlaşmanın mahiyetini öğrenmek istiyorlardı. Nurgocay Batur, bunlara komünist Sheng Tu-pan Hükûmeti’nin feshedildiğini, demokratik milliyetçi Çin’in 11 maddelik anlaşma ile Türklere, Türkistan’ın muhtariyetini tanıdığını anlatır. Halkın bu habere karşı gösterdiği büyük sevinç karşısında, Nurgocay Batur “Ezilen milletimiz, az olsa da verilen hakka, çok bir şey verildi gibi razı oluyorlar” diye düşünür.

Orada bulunanlar Nurgocay Batur’a “Seni Sarsümbe’ye göndermeyelim. Sen burada, halk arasında dur. Yahut da Urumçi‘ye geri git. Eğer, Sarsümbe’ye gidecek olursan Delilhan seni hapse atar” dediler. Halkın kendini bu derece sevdiğine ve bu fikri verdiğine çok sevinen Nurgocay Batur; “Ben nasıl olsa Osman Batur’a giderim. Ben, milletim için canımı, mülkümü feda eden bir kimseyim. Eğer Osman Batur’un himayesinden uzak kalır da, hapse atılacak olursam; beni hapisten kurtaracak talebi Sarsümbe hükûmetine siz yapınız” der.

Nurgocay Batur’dan bu cevabı alan liderler, hemen bir mektup yazıp, orada hazır bulunanlara imzalatarak, bu mektubu bir adamla Osman Batur’a gönderirler.

Nurgocay Batur, ikinci ayın yirmiikinci günü Sarsümbe’ye gelir. Sabah saat 9’da şehre girerken Canımhan’ın oğlu Delilhan (Canaltay) yanında dört kişi ile beraber karşılar. Nurgocay Batur, Urumçi’den babasının yanından geldiği için, babasının nasıl olduğunu sormak, Urumçi’de olup bitenleri öğrenmek gayesi ile yol üstünde onu karşılamıştır. Şükürbayoğlu Delilhan bunu bilseydi onun Nurgocay Batur’la görüşmesine mani olurdu.

Bunun siyasi bakımdan bir çok sebepleri vardı. Delilhan’ın babası Türkistan istiklali uğruna çalışan Esim han, Irıs Han zamanında da Sheng Tu-pan hükûmeti ile Türkler arasında aracılık yapan Canımhan Hacı idi. Osman Batur devrinde de milliyetçi Çin ile aracılık yapan Canımhan Hacı olduğundan dolayı, Altay’daki sol eğilimli Şükürbayoğlu Delilhan ve onun taraftarı olan liderler, Canımhan Hacı’nın oğlu olan Delilhan’ın (Canaltay) Nurgocay Batur ile görüşmesini istemezlerdi. Onun için o da bir bahane ile yol üstünde Nurgocay Batur ile görüştü. Birlikte Neşendik Karakoluna geldiler. Karakol başkanı Tesdenbey Balvan, muavini İlelik Özbek Muhambedip idi. Nurgocay Batur ile birlikte Canımhan oğlu Delilhan da (Canaltay) karakola girdi. Komiserin kendisini kabul etmesini beklerken, fırsattan istifade, Urumçi’de gördüklerini teferruatı ile Delilhan’a anlatlı. Çin devleti ile yapılan anlaşmanın çeşitli bölümlerini, babasının milliyetçi Çin tarafından çok sevildiğini, babasına Osman Batur ve arkadaş-larının emeklerinin neticesi olarak yüksek bir mevki verildiğini -ki bu Kazak Türklerine verilen en yüksek mevki idi- Türkistan’ın maliye bakanı – Çince ismi ile Sai chin-tin’in- T’in-chan’ı olduğunu anlattı. Tahminen iki saat sonra polisler, Delilhan’ı Nurgocay Batur’dan ayırdılar. Sonra Neşendik muavini Muhambedip, Nurgocay Batur’u sorguya çekmeye başladı.

“Sen buraya niçin geldin?” diye sordu.

Nurgocay Batur “Ben Altay halkının, Türkistanlıların vekili olarak Urumçi’ye gittim. Esim Han, lrıs Han, Osman Batur istiklal savaşının kahramanlarının ve liderlerinin halk askerinin ben de bir savaşçı kumandanıyım. Bundan dolayı halk için Urumçi’ye elçi olarak gittim, ben yalnız değildim. Osman Batur’un can arkadaşlarından Süleyman Batur, bütün halk için devletinin arasına elçilik yürütüp iş beceren Canımhan Hacı, bir boy Türkistanlıların lideri Sarıbay Zengi var. Nurgocay Batur, Süleyman Batur, Canımhan Hacı, Sarıbay Zengi Altay vilayetinden elçi olarak anlaşma yaptılar. Bundan dolayı Nurgocay Batur bütün Altay halkı için hem Çin tarafından hem de oradaki Türkistan liderleri tarafından elçi olarak geldi. Nurgocay Batur Osman Batur ile Şükürbayoğlu Delilhan ile görüşecek. Altay halkı ve bütün Türkistanlılara bu anlaşmayı ve bize hak tanıdığını birer birer anlatacağım” dedi.

O zaman Muhammedip eliyle masaya vurdu: “Hayır biz seni millet elçisi olarak tanımayız. Altay halkı İli’ye bağlıdır. Altay lideri Osman Batur, Delilhan İli’den ayrı değil. İli, Çaveşek birbirine bağlı Doğu Türkistan‘dır. Sen, milleti Canımhan Hacı’nın aracılığı ile milliyetçi Çin’e kaydırmak istiyorsun. Seni biz elçi diyerek kabul etmiyoruz. Sizin yeriniz hapishane” diyerek Nurgocay Batur’u iki ırmağın arasındaki 1 numaralı hapishaneye götürdü. Elinden her şeyini aldılar. 27 gün sorguya çektiler. Yaptığı her şeyi anlattırdılar.

Osman Batur, Nurgocay Batur’un hapsedildiğine çok sinirlendi. “Onu hapisten çıkarın” dedi. Bu konuda uzun uzun münakaşalar olmuş, Nurgocay Batur’un yeğeni Edil Han Bey de liderlerdendi. Şükürbayoğlu Delilhan onu da kandırmıştı. Osman Batur bunu bilmediği için “kararı Edil Han versin” demişti. O da her iki tarafı da kırmak istemediği için “üç ay hapis yatsın” demiş. Osman Batur buna çok sinirleniyor ama bir şey diyemiyor. Hapiste her gün Nurgocay Batur’a bir kişilik yiyecek, içecek ve yakacak devlet tarafından verildi. Her gün de başını çuvalla örterek alıp götürüp sorguya çekiyorlardı. Hapisliğinin üçüncü günü hapishane kapısı açıldı. Birisi gelerek Nurgocay Batur’un başına bir çuval sardı. “Neşendik’in evine götüreceğim” dedi. Başı kapalı olarak yürümek çok zahmetliydi. Nurgocay Batur kör gibi basarak karanlık bir yere girdi. Yanındaki, Nurgocay Batur’un başından çuvalı aldı. Önündeki bir kapıyı açtı. Açılan kapıdan girdiler. Odada ışık yandı. Kurulu bir masanın dört tarafında dört adam oturuyorlardı. Hepsinin elinde kâğıt kalem hazır, arkadaki bir koltukta Neşendik Tesdenbey Balvan oturuyorlardı. Nurgocay Batur da gelip masanın ortasına oturdu. Karşısına Muhammedip geldi.

“Sen buraya niçin geldin” diyerek önceki sözünü tekrarladı.

Nurgocay Batur o zaman çok sinirli, kızgın, tıkanık durumda idi. Muhammedip’in İli şehrinde memur olarak durduğu zaman Shang she-tsai Hükûmeti’nin en solcu insanı olduğunu o zaman da şikâyet edip tutuklattığı halk liderlerine çok zarar getiren bir insan olduğunu Urumçi’deki Burhan Şehidi, Nurgocay Batur’a anlatmıştı.

* Asıl adı Osman İslâmoğlu idi. Batur, mücadelesine nispetle verilmiş bir ünvan, bir sıfattır. “Kahraman ve cesur” anlamındadır. O, bu ünvan ile anılmış ve 1951’de şehit edilmiştir.

Özgürlük Yolu, Nurgocay Batur’un Anılarıyla Osman Batur, Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu, Doğu Türkistan Vakfı Yayınları, İstanbul 2006

Not: Nurgocay Batur 29 Ekim 1986 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

Nurgocay Batur, ortada oturan takkeli kişidir.

Kitabın yazarı Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu, Nurgocay’ın hanımı Caksıhan Bahadır ile…

18-02-2015

https://www.dunyabulteni.net

Devami

1942’de Hollanda’da 101 Orta Asyalı neden öldürüldü?

Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni işgale başladığı ilk haftalarda Smolensk yakınlarında esir düşen 101 Özbek, işgal altındaki Hollanda topraklarına propaganda amacıyla getirilerek Amersfoort kampında işkence edildikten sonra öldürülerek isimsiz Sovyet mezarlığına gömüldü

15.05.2017

Orta Asya’daki evlerinden Alman ordusuna karşı savaşmak için yola çıkanlar daha sonraki günlerde üstlerinde paçavralarla esir olarak Hollanda’daki toplama kampına getirildi. 1942 yılında Amersfoort kenti yakınlarında bir ormanda öldürülen çoğu Özbek 101 Orta Asyalıyı hatırlayanlardan çok azı hayatta. Öyle ki Hollandalı dikkatli bir gazeteci olmasa belki de tamamen unutulacaklardı.
BBC’nin derlediği habere göre her baharda kadın-erkek, yaşlı-genç yüzlerce Hollandalı, Utrecht yakınlarındaki Amersfoort kenti yakınlarındaki bir ormanda toplanır.
Bu insanlar Naziler tarafından tam bu noktada silahla infaz edilen ve yarım yüz yıldır unutulmuş olan 101 meçhul Sovyet askerini anmak için mumlar yakarlar.
Burada yatanların hikayesi Rusya’da birkaç yıl çalıştıktan sonra 18 yıl önce Amersfoort’a geri dönen gazeteci Remco Reiding’in yakınlarda bir Sovyet savaş mezarlığı olduğunu öğrenmesiyle başladı.
Reiding “Daha önce hiç duymadığım için şaşırmıştım. Mezarlığı ziyaret ederek arşiv bilgileri ve tanıklıklar aramaya başladım” diyor.
Araştırmaya başladığında mezarlıkta 865 Sovyet askerinin yattığını, 101’i dışında hepsinin cansız bedenlerinin Hollanda’nın diğer bölgelerinden ve Almanya’dan getirildiğini, fakat isimsiz 101 kişinin orada, Amersfoort’ta öldürüldüğünü öğrendi
Kampın Komutanı Karl Peter Berg, 1949’da idam mangası tarafından infaz edildi.
Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni işgale başladığı ilk haftalarda Smolensk yakınlarında esir düşen bu 101 kişi, işgal altındaki Hollanda topraklarına propaganda amacıyla getirildi.
“Özellikle Asyalı görünüme sahip esirleri seçip, Nazilere direnç gösteren Hollandalılara sergilemek istiyorlardı. “Alt insan” diye tanımladıkları bu insanları gördükten sonra Sovyetlerin neye benzediğini anlayan Hollandalıların Almanya’ya destek vermesini umuyorlardı” diyor Reiding.
Nazilerin Sovyet halkları hakkında düşüncelerini değiştirmeye çalıştığı kişiler ise Amersfoort’taki toplama kampında kalan Hollandalı komünistlerdi. 1941’den beri Yahudilerle birlikte bu kampta tutuluyorlardı.
Bugün 91 yaşında olan Henk Broekhuizen, hâlâ hayatta olan az sayıda tanıktan biri. Ergenliğinde Sovyet esirlerinin kente getirilişini izlediğini hatırlıyor.
“Gözlerimi kapattığımda yüzlerini hatırlıyorum” diyor ve ekliyor:
“Paçavralara bürünmüşlerdi, hiç askere benzemiyorlardı. Yalnızca yüzlerini görebiliyordunuz.
“Naziler onları tren istasyonundan kampa kadar ana caddeden yürüttüler. Çok küçük ve güçsüzlerdi, ayaklarına da çaput bağlamışlardı. Bazıları arkadaşlarının koluna girerek güçlükle yürüyebiliyordu.”
Bazı esirler, kendilerini izleyen halkla göz teması kurmuş, el hareketleriyle aç olduklarını anlatmaya çalışmışlardı.
“Onlara su ve ekmek getirdik. Ama Naziler hepsini ellerimizden alıp yere attı. Yardım etmemize izin vermediler” diyor Broekhuizen,
Onları bir daha görmediğini söyleyen Broekhuizen, başlarına ne geldiğini de bilmiyordu.
Fakat gazeteci Remco Reiding Hollanda arşivlerine girerek yaşananlarla ilgili belgeler bulmaya başlamıştı.
İlk fark ettiği, çoğunun Özbek olduğuydu. Toplama kampındaki yetkililerin de bundan haberi yoktu. Yalnızca Rusça konuşan bir Nazi görevlisi onları sorguladıktan sonra bunu öğrenebildiler.
Reiding, bu kişilerin çoğunun Semerkant’tan geldiğini söylüyor:
“Belki bazıları Kazak, Kırgız veya Başkurt’tu. Ama çoğu Özbekti.”

Reiding’in ortaya çıkardığı bir diğer şey de Orta Asyalıların kamptaki diğer herkesten daha kötü muamele gördüğüydü:
“Kamptaki ilk üç günlerinde etrafı dikenli telle çevrili açık bir alanda tutularak aç bırakıldılar.
“Alman bir film ekibi, barbar ‘insan altı varlıkların’ yemek için birbiriyle kavga ettiği anı çekmek için hazırlanıyordu. Propaganda için bu filme ihtiyaçları vardı.
“Sonunda Naziler aç Özbeklerin arasına bir somun ekmek attı.
“Ama hiç beklemedikleri bir şekilde içlerinden biri ekmeği eline alarak bir kaşıkla eşit parçalara böldü. Diğerleri de o sırada sakince bekledi. Kimse kavga etmedi. Sonra da eşit şekilde bölünmüş ekmekleri paylaştılar. Naziler hayal kırıklığına uğramıştı.”

Remco Reiding, Amersfoort’ta yatan 865 Sovyet askerinden 200’ünün ailesinin izini sürmeyi başardı
Ama esirleri daha kötü şeyler de bekliyordu.

“Özbeklere diğer esirlere verdiklerinin yarısı kadar gıda veriyorlardı ve onlara yardımcı olmaya çalışan biri olduğunda bütün kampı cezalandırıyorlardı. Yemek artıklarını ve patates kabuklarını yediklerinde Naziler onları ‘domuzların yiyeceği şeyi yiyorsunuz’ diyerek dövüyordu” diyor.

Özbek tarihçi Bahodir Uzakov. Yakınlardaki Gouda kentinde yaşayan Uzakov da Amersfoort kampının tarihiyle ilgili araştırmalar yürütüyor.

Kamptaki gardiyanların itirafları ve kamptaki diğer esirlerin tanıklıklarını arşivlerden çıkartan ve bunlarla 2015 yılında bir kitap yayınlayan Reiding, kampta Özbeklere taş, kum veya kütük taşıma gibi en kötü işlerin verildiğini, düzenli olarak da dayak atıldığını ortaya koydu.

Gördüğü en şok edici hikayelerden biri ise kampın Hollandalı doktoru Nikolaas Van Nieuwenhuysen’in bir eylemiydi:
“Kamptaki Özbekleri, ölen iki arkadaşlarının kafalarını kesip kafataslarını tamamen temizleninceye kadar kaynatmaya zorlamış.
“Sonra da bu kafataslarını çalışma masasına yerleştirmiş. Tam bir delilik!”
Dr. Nikolaas Van Nieuwenhuysen savaşın ardından 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı
Aç ve çelimsiz kalan Özbekler yakaladıkları sıçanları, fareleri ve buldukları bitkileri yemeye başlamış. Aralarından 24’ü 1941’in sert geçen kışını çıkaramadı. Kalan 77’sine ise çalışmak için çok güçsüz kaldıkları için ihtiyaç duyulmadı.
Bu yüzden 1942 senesinde bir Nisan sabahı “İklimi size daha uygun olan Güney Fransa’ya gönderiliyorsunuz” denilerek kamptan çıkarıldılar.
Ancak götürüldükleri yer Güney Fransa değil, kampın hemen dışındaki ormandı. Burada kurşuna dizilerek infaz edildiler ve bir toplu mezara gömüldüler.

101 Orta Asyalının mezarlarının başlarında Rusça “Meçhul Sovyet Askeri” yazan mezar taşları bulunuyor.

“Bazıları ağlamaya başladı, diğerleri el ele tutuşarak ölümle yüzleştiler. Kaçmaya çalışanlar ise askerler tarafından kovalanarak vuruldu” diyor kampın gardiyanları ve şoförlerinin tanıklıklarını anlattıkları belgelere ulaşan Reiding ve ekliyor:
“Müezzinlerin insanları namaza çağırdığı, pazaryerinde rüzgârların kum ve tozlarla dans ettiği ve sokakları baharat kokan şehrinizden 5 bin kilometre uzakta olduğunuzu hayal edin.
“Onların dilini bilmiyorsunuz, onlar da sizin dilinizi bilmiyor.
“Ve bu insanların size niye hayvan gibi muamele ettiğini asla anlamıyorsunuz.”

Bu esirleri teşhis etmek için çok az bilgiye sahibiz. Naziler Mayıs 1945’te kaçarken kamp arşivlerini ateşe verdiler.
Geriye yalnızca adı bilinmeyen iki kişinin yüzlerinin gözüktüğü bir fotoğraf kaldı.

Amersfoort toplama kampındaki Özbeklerden geriye kalan tek fotoğraf.

Hollandalı bir esirin kalemle çizdiği dokuz portreden yalnızca ikisinde resimdeki kişinin adı yazılmış.
“Adları yanlış yazılmış ama kulağa Özbekçe gibi geliyor” diyor Reiding:
“Biri Kadiru Xatam ve diğeri Muratov Zayer diye yazılmış. İlk kişinin doğru adı Hatam Kadirov, ikincisi ise Zair Muratov olmalı.”( MUSEUM FLEHİTE)

Resimlere baktığımda Özbekçe isimleri ve Orta Asyalıların yüz hatlarını anında fark ediyorum. Tek kaşlar, melez yüz özellikleri… hepsi benim ülkemde güzel bulunan şeyler.

Bu genç erkekler 20’li yaşlarının başlarındaydı, belki de daha genç. Muhtemelen anneleri onlara uygun bir gelin bakmaya başlamış, babaları düğünlerine kadar besleyip büyütmek için bir dana almıştı, araya savaş girmeden önce.

100 BİN ÖZBEK KAYBOLDU

Bu kişilerden bazılarının benim akrabalarım da olabileceğini idrak ediyorum. İki büyük amcam ve eşimin dedesi savaştan geri dönmemiş.

Bana amcalarımın Alman kadınlarla evlenip Avrupa’da kalmayı tercih ettiği söylenirdi. Ninelerimin kendilerini avutmak için uydurdukları bir hikaye.
Gerçek ise savaşa giden 1,4 milyon Özbek’in üçte birinin geri dönmediği ve 100 bininin de kaybolduğu.

Amersfoort’ta yaşamını yitiren 101 Özbek’ten adı bilinen ikisi dışındakilerin teşhis edilememesinin çok nedeni var. Bunlardan biri Soğuk Savaş. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından başlayan Soğuk Savaş, Batı Avrupa ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni ideolojik düşmanlar haline getirdi.
Bir diğer neden ise Özbekistan’ın 1991’de bağımsızlığını kazanmasının ardından Sovyet geçmişini unutma kararı alması. Savaş gazileri artık kahraman statüsünde değil.

Her ne kadar ülkenin yeni devlet başkanı Şevket Mirziyoyev geri getirileceğini söylese de, savaşın ardından 14 yetimi evlat edinen bir aile anısına dikilmiş bir heykel başkent Taşkent’ten kaldırıldı.
Özetle, yıllar önce Sovyet ordusundayken kaybolan askerlerin izini sürmek Özbek hükümeti için bir öncelik olmadı.

Özbekler toplu mezardan çıkarılarak mezarlığa yerleştirildi. Daha sonra buradan da çıkarılıp özel Sovyet savaş mezarlığına yerleştirildi (NATİONAL ARCHİVES OF THE NETHERLANDS)
Özbekler toplu mezardan çıkarılarak mezarlığa yerleştirildi. Daha sonra buradan da çıkarılıp özel Sovyet savaş mezarlığına yerleştirildi
Ama Reiding, bu Özbeklerin isimlerinin ülkenin arşivlerinde bulunabileceğini düşünüyor ve ekliyor:
“Savaşta ölmeyen veya öldüğünden haber alınamayan askerlerin belgeleri yerel KGB birimlerine gönderilirdi. Bu 101 kişinin bilgileri de muhtemelen Özbekistan’da. Eğer onlara erişebilirsem bu 101 kişinin bir kısmını bulabilirim.”

Dünya Bülteni.

Görüntünün olası içeriği: açık hava ve doğa
Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar
Devami

Türkistan’dan Mısır’a işleyen gemiler

 

  • Evliya Çelebi’ye göre Bursa, Bolu, Kütahya, Amasya, Maraş birer Türkistan şehridir
  • Hakan Erdem  Hakan Erdem 

Eğer çağdaşı Osmanlıların dilinde “Türkistan” veya “Türk Eli” kelimelerinin işaret ettiği mücessem yerler vardıysa, 17. Yüzyılın yorulmaz seyyahı, büyük hikâyecisi ve hoşsohbet eğlendiricisi Evliyâ Çelebi’nin yolu oralara uğramamış mıdır?

iç uğramaz olur mu? Ama sorunumuz büyük. Sorun, Evliyâ Çelebi’ye göre cim karnında nokta bile olmayan Koçi Bey’deki tek Türkistan referansına karşılık, onun 10 büyük cildindeki referans bolluğu bile değil. Sonuçta, Yapı Kredi Yayınları’nın yayınladığı ve geniş bir ekibin emeğinin ürünü olan transkripsiyon kullanışlı bir indeks içerdiği için ne kadar “Türkistan” referansı varsa ufak bir çabayla erişmek mümkün. Sorun, Evliyâ Çelebi’deki Türkistan kullanımlarının gösterdiği çeşitlilik ve dolayısıyla zuhur eden yorumlama ihtiyacı.

Bu konuda yapılacak belki ilk gözlem, Evliyâ Çelebi’nin, “Türkistan” adını birden fazla yer için kullanmış olmasıdır. Onun, Batı İran’daki Rûmiyye/Urumiye için “Şehr-i Türkistan-ı Azerbaycan” veya “Türkistan-ı İran” nitelemelerinin kullanıldığını kaydetmesi ilginçtir. Ayrıca, Orta Asya’yı kastederek “Tataristan Türkistan’ı” da diyor.  Kelimenin sözlük anlamının basitçe “Türklerin yaşadığı yerler” olduğu düşünülürse, Çelebi de farklı coğrafyalarda nerede Türk nüfus varsa orasını Türkistan olarak görmüş olabilir.

Ne var ki, Evliyâ Çelebi, Osmanlı’nın Avrupa’daki toprakları için hiç Türkistan nitelemesini kullanmıyor. Bu toprakların adı onda Rumeli’dir. Muhakkak ki Rumeli’nde de Türkler vardı ama ülkenin, Türkler geldiğinde, onların dilinde zaten başka bir etnik addan, Rum’dan, türeme bir adı olduğu ve herhalde Türkler de bu yörelerde çoğunluk olmadıkları için o ad öylece kaldı. Dolayısıyla, bir yerin Türkistan sayılması için sadece Türk nüfusa sahip olmasının yetmediğini söyleyebiliriz.

Evliya Çelebi’nin zihninde “Türkistan” denince Rumeli’den farklı, belli bir coğrafyanın canlandığını ise, hem de Rumeli bağlamlarındaki kullanımlarından kolayca anlayabiliyoruz. “Iklık” adlı müzik aletinden bahsederken “Bu saz Arabistan’da ve Türkistan’da çoktur amma Rumeli’nde asla yoktur” diyor. Aynı şekilde, Sofya’yı överken “Bu diyarda ılıcaya ‘bana’ derler. Acem’de germâb, Arab’da humma, Türkistan’da ılıca, Yörükistan’da kaplıca derler” demekte ki mübarek adam başımıza bir de “Yörükistan” sorunsalı açıyor. Hiç girmeyeyim, isteyenler nerelerde “kaplıca” deniyor, onu kıstas alarak bulmaya çalışsın. Yalnız geçerken şunu belirteyim ki Çelebi’nin kendisi “Türkistan” asıllı, yoksa “ılıca” demezdi!

Suyun öte yakasında, Rumeli’nde olduğu için midir nedir, ama Evliyâ, imparatorluğun başkentini de Türkistan’dan saymıyor. İstanbul için Türkistan nitelemesini kullandığını hiç görmedim. Onun Türkistan’ı kesinlikle taşrada bir yerdeydi. Öte yandan Türkistan’a ulaşması için büyük mesafeler katetmek zorunda da değildi. Bakın, payitahtın burnunun dibinde sayılabilecek bir uzaklıkta olan Bursa Yenişehir’i için ne diyor: “Ve bu şehir cümle bin üç yüz kiremit örtülü hâne-i zîbâlardır. Ve âb ü havası ve sahrâ-yı mezraları ve fezâsı latif Türkistanşehirlerinden bir müzeyyen şehirdir.” Anlaşılan Çelebi, Yenişehir’in kiremit kaplı damlarını, süslü evlerini, havasını suyunu, tarlalarını çayırlarını çok beğenmiş ki diğer “Türkistan” şehirleri ve kasabaları için kullandığı küçümseyici dili kullanmamış. İki adım ötedeki İnegöl’den Tavşanlı’ya hareket ettiğinde ise “Türkistan olmakla refikler alıp (…) nehr-i Ilıca’yı atlar ile ubur [geçtik] ettik” dediğine göre, Türklerin ülkesinde bir güvenlik sorunu vardı ve fazladan yoldaşlar almak gereğini duymuştu.

Kendi atalarının toprağı olan Kütahya içinse övgüden başka bir sözü yok ama övgülerini kurgulayışında biraz tuhaflık var: “Gerçi Anadolu’da Türkistan vilayettir, amma ulemâsı ve fuzalâsı ve şu‘arâsı gâyet çokdur. Zirâ halkı safâ ve zevk ile alûdedirler.” Bir Anadolu şehrinde okuryazar kişilerin, oturup kalkmasını, eğlenmesini bilen insanların bulunmasında ne tuhaflık vardı ki Çelebi böyle diyordu?

Evliya Çelebi’nin metni incelendiğinde bu kurgunun sadece Kütahya için değil, diğer Anadolu şehir ve kasabaları için de geçerli olduğunu görürüz. Doğuya doğru ilerleyerek birkaç örnek daha vereyim. Bolu için, “Türkistan’da bu dahi bir şehr-i ganimettir” diyerek bolluğunu övüyor ve “Gerçi Türkistandır amma ayân u eşrafı ve tüccarı çokdur. Gerçekden bir mamûr ve âbâdan şehr-i muazzamdır kim (…) cümle üç bin tahta örtülü hane-i zibalardır” diyor. Bolu’nun zenginlerinin evleri ve hanlar ise kiremit örtülüymüş.

Lâdik (Amasya) için “Gerçi Türkistan şehirlerindendir amma farisü’l- hayl sipahileri ve erbâb-ı maârif yaranları çokdur. Vasatü’l-hâl olanları tüccar ve ehl-i hirefdir. Çuka ferace ve kontuş giyip gûnâ-gûn akça ve gökçe ve pakça esbab giyerler” diyor. Atlı askerlerinin ve okuryazar takımının çokluğu, orta hâlli takımının tüccar ve esnaf oluşu ve insanlarının çeşitli renklerde temiz pak giyinmesi Evliyâ için hoş sürprizler olmuşa benziyor. Çorum da “Gerçi Türkistan şehirlerindendir amma yine erbâb-ı maarifi ve nükte-şinâs çelebileri, ulemâ ve sulehâ”sı olan bir yerdir. Osmanlı’nın Rum vilayetinde olan Tokat ise “Gerçi diyar-ı Rum-ı behçet-rüsûm-ı Sivastan” imiş ama “yine Türkistan add olunup reaya ve berayası gayet koyu Etrak” olan bir yermiş. Son örneğim iyice doğudan, Kemah olsun: “GerçiErzene’r-rûm hâkinde Türkistan şehridir, amma garib-dost, sulehâ-yı ümmetten halûk ve selim âdemleri vardır.”

Bu yazıdaki asıl amacım Evliyâ’nın nereleri Türkistan olarak gördüğünü tesbit etmek ama Anadolu kentlerini överken takındığı “Türkistan olmasına rağmen” söylemine de çok kısa değineyim. Öyle görünüyor ki payitahttan yola çıkan bir çelebi, belki de oradaki diğer çelebilerden oluşan çevresinin ve okurlarının beklentileri doğrultusunda taşraya karşı ciddî önyargılar besliyor ve “Türkistan” dendiğinde cehaletin, yoksulluğun, düzensizliğin ve kaba-sabalığın hüküm sürdüğü, pejmürde kılıklı insanların yaşadığı bir yer anlıyordu. Mümkündür, diğer ülkelerde de payitaht/merkezin periferideki küçük kentler ve kasabalar hakkında böylesi önyargıları ve tepeden bakan görüşleri vardı. Tarihsel bağlamda bunun en aşırı örneklerinden biri Roma kentidir ama herhalde Doğu Roma’nın payitahtının da emperyal küstahlık vadilerinde hatırı sayılır bir yeri bulunuyordu.

Evliyâ Çelebi’nin yazdıklarından Anadolu’da olduğu iyice anlaşılan bu Türkistan’ın coğrafî- kültürel sınırları konusuna gelince, şanslıyız ki seyahatnamesi bu konuda da ufuk açıcı bilgiler içeriyor. Osmanlılarca fethinden sonra Ahıska’nın bir eyalet merkezi (Çıldır Eyaleti) yapılmasını Evliyâ: “Gürcistan ve Kürdistan, Türkistan ve Dağıstan ve Acem diyarının hudûdlarında intihâ-yı serhad” yani serhadin sonu olmasına bağlıyor. Buradaki Türkistan’ın Orta Asya Türkistanı olmadığı ve Anadolu olduğu, hiçbir şey değilse Anadolu’nun zikredilmemesinden anlaşılır. Eh, bu da bize “Türkistan”ın Kuzeydoğu sınırını verir. Bugün Gürcistan’da olan Ahıska’nın Türkiye sınırına sadece 15 kilometre mesafede bulunduğunu düşünürsek Evliya Çelebi’nin sınırında da büyük bir sapma olmadığını söyleyebiliriz.

Batı sınırı olan Rumeli’ni zaten gördük. Güneydeki Antakya içinse, bu kez Arabistan üzerinden giderek “hudut” çizmiş: “Meşhur Arabistan’ın ibtida hududu olmakla” diyor. Arabistan hududu Antakya’dan başlıyormuş. Şöyle devam ediyor: “Bu şehrin cânib-i garbı diyâr-ı Rum’dur. Bu şehir diyâr-ı Arabistan’ın ibtidâsıdır kim Irak-ı Arab yani şehr-i Haleb hududundadır.” Antakya, Halep hududundaymış ve batısında Rum ülkeleri varmış ki bundan da Anadolu ve Rumeli’yi birlikte anlamamız gerektiği kanısındayım. Halep’in kuzeyindeki Maraş içinse  “Bu şehirTürkistan şehirlerindendir” diyor. O dönemde Halep ve tüm Arabistan’ın Osmanlı yönetiminde olduğu düşünülürse buradaki sınırın siyasî bir karşılığının olmadığını daha çok dil ve kültür ekseninde çizilen bir iç sınır olduğunu söylemeliyiz ki bu, bugünkü Türkçe-Arapça dil sınırlarıyla da uyumludur.  Evliyâ Çelebi’nin zihniyet haritasında aynı imparatorluk içinde Arabistan, Türkistan, Rumeli gibi farklı memleketlere muhakkak ki bir yer vardı.

Üç aşağı beş yukarı bugünkü Türkiye sınırlarıyla büyük benzerlik gösteren bir bölgeye Evliya Çelebi’nin Türkistan dediğine dair örnekleri çoğaltmak, onun bu bölgenin adet, görenek, dil ve mimarî özellikleri hakkındaki görüşlerini alıntılamak da mümkün. Vurgulamak istediğim, henüz 17. Yüzyılda bir Osmanlının kafasında bir Türkistan olması ve daha da önemlisi bu coğrafyanın sınırları hakkında da gayet oturmuş görüşleri bulunmasıdır.

Evliyâ Çelebi’nin “Türkistan” dediğinde kesinlikle Orta Asya’yı değil Anadolu’yu kastettiğine dair bir örnekle bitireyim. Olur ya, tarihçiler de bazen bir şeyi kanıtlar. Çelebi, İskenderiye limanı için “Mısır’ın baş iskelesidir ve cümle kâfiristan veTürkistan gemilerinin ârâmgâhıdır [durağıdır]” diyor. O dönemde denize erişimi olmayan Orta Asya’yı ve henüz bir kanal olmadığı için Kızıldeniz tarafından gemi göndermesi imkânsız olan İran’ı diğer muhtemel adaylar olarak elersek, Anadolu’dan başka bir Türkistan kalıyor mu İskenderiye’ye gemi gönderecek? Osmanlılar son zamanlara kadar Türkiye diye bir mevcudiyetten haberdar değildi mi demiştiniz? “Türkiye” yerine “Türkistan” demelerine bakarak bu yargıya ulaşmamıştınız umarım.

[email protected]

(Karar Gazetesi, 9 Ekim 2016)

Devami

Мусулмоннинг мусулмон биродари устидаги ҳақ-ҳуқуқлари

Биcмиллахир Рохманир Рохийм

Салом берса алик олиши, акса урса ташмит айтиши, чақирса бориши, касал бўлса ҳолидан хабар олиши, вафот этса жанозасида иштирок этиши, ҳақ устида ёрдам бериши, олдида ҳам, орқасидан ҳам уни мудофаа қилиши, обрў ва номусини ҳимоя қилиши, холис насиҳат қилиши, шодлигу ғам-аламига шерик бўлиши, ўзи учун яхши кўрган яхши нарсани унга ҳам яхши кўриши мусулмоннинг мусулмон биродари устидаги ҳақ-ҳуқуқларидан

Аллоҳ таоло айтади:

«Мўминлар ҳеч шак-шубҳасиз оға-инилардир» (Ҳужурот: 10).

«Мўмин ва мўминалар бир-бирларига дўстдирлар. Улар яхшиликка буюрадилар, ёмонликдан қайтарадилар, намозни тўкис адо этадилар, закотни (ҳақдорларга) ато этадилар, Аллоҳ ва Унинг пайғамбарига итоат қиладилар. Ана ўшаларга Аллоҳ раҳм қилур. Албатта Аллоҳ Азиз, Ҳакимдир» (Тавба: 71).

«(Ўзгаларнинг айблари ортидан) жосуслик қилиб юрманглар ва айримларингиз айримларни ғийбат қилмасин! Сизлардан бирон киши ўзининг ўлган биродарининг гўштини ейишни яхши кўрурми?! Ана ёмон кўрдингизми?! (Бас, гуноҳи бундан-да ортиқ бўлган ғийбатни ҳам ёмон кўринглар)! Аллоҳдан қўрқинглар! Албатта Аллоҳ тавбаларни қабул қилувчи, меҳрибондир»(Ҳужурот 12).

Абу Ҳурайра розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Мўминнинг мўмин устида олтита ҳаққи бор: касал бўлса бориб кўради, вафот этса жанозасида ҳозир бўлади, чақирса[1] ижобат қилади, учрашганда салом беради, акса урса ташмит айтади[2], йўқлигида ҳам, борлигида ҳам унга холис муносабатда бўлади» (Муслим, Насоий, Абу Довуд ривоятлари)

Бароъ ибн Озиб розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам бизни етти нарсага: беморни кўришга, жаноза ортидан боришга, акса урганга ташмит айтишга, қасамнинг устидан чиқишга, мазлумга ёрдам беришга, чақирган жойга боришга, саломни ёйишга буюрдилар (Муттафақун алайҳ).

Асмо бинт Язид розияллоҳу анҳодан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Ким биродарининг обрў-номусини ғойибона ҳимоя қилса[3], уни дўзахдан озод қилиш Аллоҳнинг зиммасида бўлади» (Аҳмад, Табароний ривоятлари, Саҳиҳул-жомиъ: 6240).

Абуд-Дардо розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Ким биродарининг обрў-номусидан (маломатни, ғийбатни) қайтарса, қиёмат куни Аллоҳ таоло унинг юзидан (бутун жисмидан) дўзах ўтини қайтаради» (Аҳмад, Термизий ривояти, Саҳиҳул-жомиъ: 6262).

Абу Ҳурайра розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Мўмин мўминнинг ойнасидир, мўмин мўминнинг биродаридир, унинг тирикчилиги ўтмай қолишининг олдини олади ва ортидан (йўқлигида) уни (нг оиласи, моли ва обрўсини) сақлайди» (Саҳиҳу сунани Аби Довуд: 4110).

Тамим ад-Дорий розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам дедилар: «Дин – насиҳат (холислик)дир». «Ким учун, ё Расулуллоҳ?», деб сўрадик биз. «Аллоҳ учун, Унинг китоби ва Расули учун, мусулмонларнинг раҳбарлари ва оммалари учун», деб жавоб бердилар[4] (Муслим, Насоий, Абу Довуд ривоятлари).

Анас розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам: «Биродарингга золим бўлса-да, мазлум бўлса-да ёрдам бер», дедилар. Шунда бир киши: «Ё Расулуллоҳ, мазлум бўлса-ку, ёрдам бераман. Лекин, золим бўлса қандай унга ёрдам бераман?», деб сўради. «Уни зулмдан тиясан. Шу унга ёрдам беришинг бўлади», дедилар (Муттафақун алайҳ).

Абдуллоҳ ибн Амр розияллоҳу анҳумодан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Мусулмонларнинг қонлари (ҳурмат ва қасосда) тенг, энг паст даражадагиси ҳам уларнинг ҳимояси борасида саъй-ҳаракат қилади, энг узоқда бўлгани ҳам ўз ҳимоясига ола билади, бошқалар қаршисига улар бир қўл (яъни, бир жону бир тан)дирлар» (Саҳиҳу сунани Аби Довуд: 2391).

Жобир розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Набий соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Қай бир киши мусулмон кишини обрў-номуси тўкилаётган ва ҳурмати поймол қилинаётган ўринда ёрдамсиз қўйса, Аллоҳ таоло уни Ўзининг ёрдамини истаб турган ўринда ёрдамсиз қўяди. Қай бир киши мусулмон кишига обрў-номуси тўкилаётган ва ҳурмати поймол қилинаётган ўринда ёрдам берса, Аллоҳ таоло унга Ўзининг ёрдамини истаб турган ўринда ёрдам беради» (Аҳмад, Абу Довуд ривоятлари, Саҳиҳул-жомиъ: 5690).

Анас розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Жоним Қўлида бўлган Зотга қасамки, ҳеч бир банда ўзи учун яхши кўрган нарсани биродарига ҳам яхши кўрмагунча иймони комил бўлмайди» (Муттафақун алайҳ).

Анас розияллоҳу анҳудан ривоят қилинган марфуъ ҳадисда: «Ким биродарига ғойибона ёрдам берса, Аллоҳ дунёю охиратда унга ёрдам беради» (Байҳақий «Шуъабул-иймон»да ва бошқалар ривояти, Ас-силсилатус-саҳиҳа: 1217).

Абу Ҳурайра розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Набий соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Сизлардан бирингиз акса урса: «Алҳамду лиллаҳи ала кулли ҳол» (Ҳар бир ҳолатда Аллоҳга ҳамд бўлсин), десин, шунда биродари ёки ҳамроҳи унга: «Ярҳамукаллоҳ» (Сенга Аллоҳнинг раҳмати бўлсин), десин, у: «Яҳдийкумуллоҳу ва юслиҳу болакум» (Аллоҳ сизларни ҳидоят қилсин ва ҳолингизни ислоҳ қилсин», деб жавоб қайтарсин» (Бухорий, Абу Довуд ривоятлари, Саҳиҳу сунани Аби Довуд: 4209).

Анас розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам ҳузурларида икки киши акса урди. У зот улардан бирига ташмит айтиб, иккинчисига айтмадилар. Шунда: «Ё Расулуллоҳ, икки киши акса урди, сиз улардан бирига ташмит айтиб, иккинчисига айтмадингиз?», деб сўралди. «Буниси Аллоҳга ҳамд айтди, униси эса айтмади», деб жавоб бердилар (Муттафақун алайҳ).

Мўминнинг мўминлар ичида тутган ўрни ва унинг мисоли

Саҳл ибн Саъд розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Мўмин киши иймон аҳлига нисбатан бошнинг жасадда тутган ўрнидадир, мўмин киши иймон аҳлига етган мусибатдан худди бош жасадга етган оғриқдан дард чеккандек дард чекади» (Аҳмад ривояти, Саҳиҳул-жомиъ: 6659).

Нўъмон ибн Башир розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Мўминларнинг ўзаро дўстлашиш, бир-бирига раҳм-шафқат кўрсатиш ва меҳр-оқибатли бўлишдаги мисоллари битта жасад мисолидирки, жасаднинг бир аъзоси оғриса, бошқа барча аъзолари бедорлик ва иситмада бирга бўлади» (Муттафақун алайҳ).

Нўъмон ибн Башир розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Мўминлар битта одамга ўхшашки, агар унинг боши оғриса ҳамма ери оғрийди, кўзи оғриса ҳамма ери оғрийди» (Муслим, Аҳмад ривояти, Саҳиҳул-жомиъ: 6668).

Мусулмон биродарининг ҳожатини чиқариш йўлида юрадиган ва ундан дунё ташвишларидан бир ташвишни аритадиган одамнинг фазли

Абу Ҳурайра розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Ким бир мусулмондан дунё ғамларидан бир ғамни кетказса, Аллоҳ ундан охират ғамларидан бир ғамни кетказади. Ким бир мусулмоннинг (камчилигини) ёпса, Аллоҳ дунёю охиратда унинг (айбини) ёпади. Банда модомики, биродарига ёрдам бериш пайида экан, Аллоҳ унга ёрдамчи бўлади» (Муслим, Термизий, Абу Довуд, Ибн Можа ривоятлари).

Ибн Умар розияллоҳу анҳумодан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Мусулмон мусулмоннинг биродаридир. Унга зулм қилмайди, душманига топшириб қўймайди. Ким биродарининг ҳожатини чиқариш йўлида бўлса, Аллоҳ унинг ҳожатини чиқариш йўлида бўлади. Ким мусулмон кишидан битта ғам-ташвишини аритса, Аллоҳ ундан Қиёмат кунининг ғамларидан бир ғамни аритади. Ким бир мусулмоннинг айбини яширса, Аллоҳ унинг айбини Қиёмат куни яширади» (Муттафақун алайҳ).

Ибн Умар розияллоҳу анҳумодан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Одамларнинг Аллоҳга суюмлироғи (одамларга) нафи кўпроқ тегадиганидир. Амалларнинг Аллоҳга суюмлироғи бир мусулмоннинг дилига шодлик киритишингиз ё ундан бир ғам-ташвишни аритишингиз ё қарзини ўтаб қўйишингиз ё очлигини кетказишингиздир. Мусулмон биродарим билан бирга бирон ҳожати учун юришим мен учун бир ой масжидда эътикоф ўтиришимдан яхшидир. Ким ғазабини тийса, Аллоҳ унинг айбини ёпади. Ким ғазабини сочишга қодир бўла туриб аччиғини ичга ютса, Аллоҳ қиёмат куни унинг қалбини розилик билан тўлдиради. Ким мусулмон биродари билан бирга то унинг бир ҳожатини раво қилгунча юрса, Аллоҳ таоло қадамлар тойиладиган кунда унинг қадамини собит қилади. Ёмон хулқ амални худди сирка асални бузганидек бузади» (Табароний ривояти, Саҳиҳул-жомиъ: 176).

Абу Ҳурайра розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Амалларнинг энг афзали мўмин биродаринг дилига шодлик киритишинг ёки унинг бирон қарзини ўтаб қўйишинг ёки унга нон едиришинг» (Саҳиҳул-жомиъ: 1096).

Ибн Мункадирдан ривоят қилинган марфуъ ҳадисда: «Мўминнинг қарзини ўтаб қўйиб, ҳожатини раво қилиб, бирон ғамини аритиб унинг дилига шодлик олиб кириш энг афзал амаллардандир».

Суфён ибн Уяйна айтади: Ибн Мункадирдан сўралди: «Лаззатбахш амаллардан нима қолди?» «Биродарларга фазлу-марҳамат кўрсатиш», деб жавоб берди у (Байҳақий «Шуъабул-иймон»да келтирган, Ас-силсилатус-саҳиҳа: 2291).

Абу Ҳурайра розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: Аллоҳ таоло қиёмат куни айтади:

– «Эй одамзот, мен касал бўлдим, кўргани келмадинг».

Банда: – «Эй Роббим, мен Сени қандай кўргани бораман, ҳолбуки Сен бутун оламлар парвардигори бўлсанг?», дейди.

– «Билмадингми, фалон бандам касал бўлди, сен уни бориб кўрмадинг. Агар уни кўргани борганингда Мени унинг ҳузурида топган бўлардинг! Эй одамзот, Мен сендан емиш сўраб келдим, сен менга таом бермадинг».

– «Эй Роббим, мен Сенга қандай таом беришим мумкин, ҳолбуки Сен бутун оламлар парвардигори бўлсанг?»

– «Билмадингми, фалон бандам сендан емиш сўраб келди, сен унга емиш бермадинг. Агар уни тўйғизганингда Мени унинг ҳузурида топган бўлардинг! Эй одамзот, Мен сендан сув сўраб келдим, сен менга сув бермадинг».

– «Эй Роббим, мен Сенга қандай сув беришим мумкин, ҳолбуки Сен бутун оламлар парвардигори бўлсанг?»

– «Фалон бандам сендан сув сўраб келди, сен унга сув бермадинг. Агар уни суғорганингда Мени унинг ҳузурида топган бўлардинг!» (Муслим ривояти).

Абу Умома розияллоҳу анҳудан ривоят қилинади: Набий соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Ким бир биродарига бирон ишида воситачи бўлган бўлса-ю, биродари унга шу иши учун бирон ҳадя берса ва у ўша ҳадяни қабул қилса[5], судхўрликнинг каттасини қилган бўлади» (Аҳмад, Абу Довуд ривояти, Саҳиҳу сунани Аби Довуд: 3025).

Абдуллоҳ ибн Умар розияллоҳу анҳумодан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Аллоҳ таоло баъзи кишиларни бандаларга манфаатлар етказиб туришлари учун неъматлар (қобилият ва имкониятлар) билан хослаган бўлади. Модомики, ўша неъматларни сарф қилиб туришаркан, уларни унда мустаҳкам қилади. Агар сарфлашмаса улардан олиб, бошқаларга бериб қўяди» (Ибн абид-Дунё ва Табароний ривояти, Саҳиҳут-тарғиб: 2617).

Ибн Аббос розияллоҳу анҳумодан ривоят қилинади: Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтдилар: «Аллоҳ қай бир бандага мўл-кўл неъмат берган бўлса, сўнг унга одамларнинг эҳтиёжларини туширса-ю, шунда у безор бўлса, ўша неъматни заволга юз туттирган бўлади» (Табароний ривояти, Саҳиҳут-тарғиб: 2619).

Абдуллоҳ ибн Умар розияллоҳу анҳумодан ривоят қилинади: «Рамода» йилида (қаттиқ очарчилик бўлган йил) Умар ибн Хаттоб розияллоҳу анҳу аъробийларни туя, дон-дун ва ёғ билан таъминлашдан қаттиқ қийналиб кетгач, туриб: «Эй Парвардигор, тоғ чўққилари узра уларга ризқ юборгин», деб дуо қилди. Аллоҳ унинг ва мусулмонларнинг дуосини ижобат қилди. Устига ёмғир томчилари тушган пайт: «Аллоҳга ҳамд бўлсин. Аллоҳга қасамки, агар Аллоҳ таоло бу ҳолатни биздан аритмаганида, ўзига тўқроқ бўлган биронта мусулмон хонадонини қўймасдан улар ҳузурига ўзларининг сонича камбағалларни киритган бўлар эдим. Шунда бир кишига етарли таом билан икки киши ҳалок бўлмай қолар эди», деди (Саҳиҳул-адабил-муфрад: 438).

[1] Яъни, зиёфат, никоҳ тўйи, ақиқа кабиларга чақирса боради.

[2] Ташмит – ярҳамукаллоҳ дейиш.

[3] «Нега энди ғойибона ҳимоя қилса?», деган савол бўлиши мумкин. Бунга жавоб шуки, мусулмон киши биродарининг обрўсини ғойибона, яъни унинг йўқлигида ҳимоя қилиши унинг биродарига бўлган муҳаббатининг чинлигига, биродарига нисбатан ўзининг зиммасидаги ҳақни чинакам риоя қилишига, Аллоҳ учун бажараётган ишида чин ихлосли эканига далолат қилади. Чунки мусулмон биродарнинг ҳурматини ғойибона ҳимоя қилиш ортида бирон дунёвий тамаъ яширинган бўлмайди. Шунингдек, мусулмон кишининг ҳурмати ўзи йўқлигида поймол қилинганда у ўзини ҳимоя қиладиган одамга муҳтожроқ бўлади. Аксинча, ўзи борлигида ҳурмати поймол қилинса, у ўзини ўзи ҳимоя қилишга қодир бўлиши ва ёрдамга у қадар муҳтож бўлмаслиги мумкин.

[4] Аллоҳга нисбатан насиҳат-холислик маъноси – Унга иймон келтириш, Уни шериксиз деб билиш, Унга тоат-ибодат қилишдир.

Аллоҳнинг китобига нисбатан насиҳат-холислик маъноси – унга иймон келтириш, уни тиловат қилиш, унинг оятларини тасдиқлаш ва ҳукмларига амал қилиш, маъноларини англаш демакдир.

Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва салламга насиҳат-холислик – ул зотни севиш, буйруқ ва қайтариқларига итоат қилиш, суннатларини тирилтириш, даъватларини ёйиш, у зотни ва суннатларини озорлардан ҳимоя қилиш каби маъноларни ифодалайди.

Мусулмонларнинг имом-пешволарига нисбатан насиҳат-холислик – ҳақ устида уларга ёрдам бериш ва итоат қилиш, уларни ҳаққа чорлаш, мусулмонларнинг эҳтиёжларини уларга етказиш, уларнинг орқасида намоз ўқиш ва улар билан бирга жиҳод қилиш, улар тарафидан бирон ножўя иш содир бўлса қаршиларига қилич кўтариб чиқмаслик каби маънолардадир. Дин уламолари бўлмиш имомларга нисбатан насиҳат-холислик – уларнинг сўзларини қабул қилиш, ҳукмларда уларга эргашиш ва уларга нисбатан яхши гумонда бўлишдир.

Мусулмон оммасига нисбатан насиҳат-холислик – уларни дунёвий ва ухровий манфаатларига йўллаб қўйиш, улардан зулму озорларни даф қилиш, уларга бирон зиён-заҳмат етказмаслик, динларидан билмаган нарсаларини таълим бериш, сўзу амалда уларга ёрдам бериш, айбларини яшириш, камчиликларини тўлдириш, уларни яхшиликка буюриб, ёмонликдан қайтариш, уларга меҳр-шафқатли бўлиш, катталарини ҳурмат, кичикларига раҳм қилиш, уларга хиёнат ва ҳасад қилишдан сақланиш, ўзига яхши кўрган нарсани уларга ҳам яхши кўриш ва ўзига ёмон кўрган нарсани уларга ҳам ёмон кўриш, уларнинг молу жонларини ҳимоя қилиш каби маънолардадир

[5] Яъни, ким бировнинг бирон ҳожатини ўташ ё муаммосини ҳал қилиб бериш ё бирон ташвишини аритиш учун у билан махсус идоралар ё муайян шахслар ўртасида воситачи бўлса, сўнг бу иши эвазига ўша одамдан ўз ихтиёри билан берган бирон ҳадяни қабул қилса, у судхўрликнинг катта бир турини қилган бўлади. Ушбу ҳадис далолатига кўра, ҳимоячилик (адвокатлик) касби хатарли касб экани маълум бўлади. Чунки, ҳимоячи – аслида у кўпинча куфр қонуни бўйича иш юритишга мажбур – судда одамларнинг манфаатини ҳимоя қилиш олдидан бу ишига албатта хизмат ҳақи талаб қилади, иши кўрилаётган одам муҳтожми, камбағал ё қийин аҳволдами, бу уни қизиқтирмайди. Шак-шубҳасиз, бундай сифатдаги кишининг гуноҳи воситачилик қилгани учун ўзи сўрамагани ҳолда берилган ҳадяни қабул қилган одамнинг гуноҳидан улкан. Саҳиҳ ҳадис борки, Набий соллаллоҳу алайҳи ва саллам айтганлар: «Ҳали бир қавм келадики, сигир ердан ўт егани каби тиллари билан тирикчилик қилишади».

 

Manba: Islamnuri.com

Devami

Qiyinchilik yetganda amal qilinadigan qoidalar

 

Муаллиф: Д. Умар Муқбил
Таржимон: Абу Закария ал-Маданий

Биcмиллахир Рохманир Рохийм

Биринчи қоида: Мусибатланган фақат сен эмас.

Иккинчи қоида: Аллоҳ  тақдир қилган нарса беҳикмат бўлмас.

Учинчи қоида: Фойда келтирувчи ва зарарни даф қилувчи Ёлғиз Аллоҳдир, Аллоҳдан бошқадан умид қилма.

Тўртинчи қоида: Сенга етган нарса етмай қолиши, етмаган нарса етиши мумкин эмас.

Бешинчи қоида: Дунёнинг ҳақиқатини бил, хотиржам бўласан.

Олтинчи қоида: Раббингга чиройли гумонда бўл.

Еттинчи қоида: Аллоҳ сенга танлаган нарса сен ўзингга танлагандан кўра яхшироқ.

Саккизинчи қоида: Мусибат қанча оғирлашса, кушойиш* шунча яқинлашади.

Тўққизинчи қоида: Кушойиш қандай келаркин, деб ўйлама. Аллоҳ бир нарсани хоҳласа унинг хаёлга келмаган сабабларини ҳозирлаб қўяди.

Ўнинчи қоида: Сен кушойиш очқичлари Унинг қўлида бўлган зотга дуо қил.

 

* Кушойиш:  енгиллик, мусибатнинг ариши.

———–

 

Bicmillaxir Roxmanir Roxiym

Birinchi qoida: Musibatlangan faqat sen emas.

Ikkinchi qoida: Alloh taqdir qilgan narsa behikmat bo‘lmas.

Uchinchi qoida: Foyda keltiruvchi va zararni daf qiluvchi Yolg‘iz Allohdir, Allohdan boshqadan umid qilma.

To‘rtinchi qoida: Senga etgan narsa etmay qolishi, etmagan narsa etishi mumkin emas.

Beshinchi qoida: Dunyoning haqiqatini bil, xotirjam bo‘lasan.

Oltinchi qoida: Rabbingga chiroyli gumonda bo‘l.

Ettinchi qoida: Alloh senga tanlagan narsa sen o‘zingga tanlagandan ko‘ra yaxshiroq.

Sakkizinchi qoida: Musibat qancha og‘irlashsa, kushoyish* shuncha yaqinlashadi.

To‘qqizinchi qoida: Kushoyish qanday kelarkin, deb o‘ylama. Alloh bir narsani xohlasa uning xayolga kelmagan sabablarini hozirlab qo‘yadi.

O‘ninchi qoida: Sen kushoyish ochqichlari Uning qo‘lida bo‘lgan zotga duo qil.

 

* Kushoyish: engillik, musibatning arishi.

Devami

30 odimda farzand tarbiyasi (6 Odim)

Қўйиб беринг ўйнасин, фақат динига фойдали ўйин ўйнасин

Ўйинқароқлик ва серҳаракатлик болажонларга хос хислатлардан биридир. Шу сабабдан бу хислатни динга хизмат қилишга восита бўладиган тарафга йўналтиришга ҳаракат қилинг.

Болажонларнинг серҳаракат бўлишлари ва бир жойда турмасликлари айб ҳам, хато ҳам, камчилик ҳам эмас. Аксинча, бунинг бир қатор фойдалари бор. Болажонларнинг соғ-саломат бўлишлари, заковатли бўлиб етишишлари ва катта бўлганларида тажрибали бўлишлари шулар жумласидандир.

Ё ўзлари, ёки ота-оналари томонидан мажбурланиши туфайли кам ҳаракат қилган ва шу тарздаги ҳаётга кўниккан болаларнинг у хоҳ ўғил, хоҳ қиз бўлсин, номутаносиб, норасо бўлиб қолганларини кўрасиз. Кўпинча, мана шундай камҳаракат ҳаёт тарзли болалар одамови, қўрқоқ, тортинчоқ ва нимжон бўладилар.

Ўйинларнинг болажонлар шахсиятининг шаклланишидаги аҳамиятига доир амалий мисол:

Бу мавзудаги мисоллар жумласига баъзи ривоятларда келган чавондозлик, сузиш ва камонбозликни ёки ақлий қобилиятни ўстирадиган ўйинларни киритишимиз мумкин. Булар маҳоратли бўлишга, тажриба қозонишга ва заковатни ривожланишига васила бўлади.

Болажонлар, масалан ўғил болаларга нисбатан олсак, уларни жасур қилиб етиштирадиган чавондозлик, сузиш ва камонбозлик каби ўйинларга йўналтирилса, келажакда умматга фойдаси тегади. Бундай тарбияни олган болалар умматнинг оғир кунларида мана мен деб олдинга чиқадиган умматнинг жасур шахсларидан бўлади. Шундай экан, келинг барчамиз имкониятимиз даражасида болажонларимиз билан бирга ўйнайлик.

Ўйинларнинг болажонлар шахсиятининг шаклланишидаги аҳамиятига доир қиссалар:

1) Муҳаммад ибн Абдуллоҳ ибн Абу Ёқуб, Абдуллоҳ ибн Шаддод ибн Ҳод отаси (Шаддод ибн Ҳод)дан (Оллоҳ ундан рози бўлсин) ривоят қилади:

“Пайғамбар соллаллоҳу алайҳи ва саллам олдимизга Оснинг қизи Умомани елкаларига опичлаган ҳолда чиқдилар ва намоз ўқиб бердилар. Рукуъ қилсалар, уни ерга қўяр, рукуъдан турсалар, яна кўтариб олар эдилар”.[1]

Ибн Ҳажар (Оллоҳ уни раҳмат қилсин) айтади: “Баъзи олимлар бу ҳадисдан фарзандга меҳрибон бўлишнинг қадрининг улуғ эканлиги ҳукмини чиқарганлар. Агар бундай бўлмаса, намозда хушуъни муҳофаза қилиш билан боланинг кўнглига қараш орасида қарама-қаршилик чиққан бўларди. Пайғамбар соллаллоҳу алайҳи ва саллам иккинчисини, яъни боланинг кўнгилига қарашни олдинга қўйдилар.

Пайғамбар соллаллоҳу алайҳи ва саллам бу ишнинг жоиз эканлигини билдириб қўйиш учун шундай қилган бўлишлари ҳам эҳтимолдан холи эмас”.[2]

2) Абу Қатода (Оллоҳ ундан рози бўлсин) шундай дейди:

“Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам кечқурунги намозлардан бирида масжидга, ҳузуримизга Ҳасанни ёки Ҳусайнни кўтариб чиқдилар. Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам олдинга ўтиб, уни ерга қўйдилар ва намозга такбир айтиб, намозни бошладилар. Намоз асносида бир саждаларини узунроқ қилдилар.

Отам айтади: “Шу онда бошимни кўтариб қарасам, Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам саждадалар, болакай у зотнинг устига чиқиб олган экан, яна дарров саждага қайтдим. Намоз тугагандан кейин одамлар Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва салламдан: “Эй Оллоҳнинг расули, намоз асносида бир саждани узун қилдингиз, биз бир нарса бўлди ёки сизга ваҳий келди шекилли, деб ўйладик”, дедилар.

Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам: “Бу айтганларингизнинг ҳеч қайсиниси бўлмади. Фақат неварам устимга чиқиб олганди, (кўнгли) тусаганини қилиб бўлгунича уни безовта қилгим келмади”, дедилар.[3]

Ушбу ҳолат ибодат ишларида содир бўлди, Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам болажонларга то ўйиндан улушларини олиб бўлгунларигача қўйиб бериб, раҳм-шафқат қилдилар. Энди ибодат вақтидан бошқа пайтларда қандай бўлиши мумкин?!

 

 


[1] Бухорий ривояти, “Китобул адаб” (5996).

[2] Фатҳул Борий (10/526).

[3] Сунан ан-Насоий (731).

Devami

Бу намоздир!

Аллоҳнинг пайғамбарларига қилган васияти (буйруғи)
(Ибн Қоййим Ал-Жавзий роҳимаҳуллоҳнинг ҳикматларидан)

Исо алайҳиссалом ҳали бешикда ётган гўдак бўлган чоғларида Аллоҳ у кишига намоз ҳақида васият қилди. Бешикдаги боланинг сўзларига қулоқ тутинг:

ُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ

“Намозни (адо этмоқни) васият қилди (буюрди)”. (“Марям” сураси, 31-оят).

Бу намоздир!

***

Шуъайб алайҳиссалом ўз қавмини Аллоҳга ширк келтириш ва иқтисодий жиноятларни қилишдан (тарозидан уриш, одамларнинг ҳаққини ейиш) қайтарганларида улар

قَالُوا يَا شُعَيْبُ أَصَلَاتُكَ تَأْمُرُكَ أَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَنْ نَفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاءُ

“Эй Шуайб, сенга бизнинг оталаримиз ибодат қиладиган нарсани тарк қилмоғимизни ёки молларимизда хоҳлаганимизни қилмаслигимизни намозинг амр қилмоқдами?!” — дейишди. (“Ҳуд” сураси, 87-оят).

Халқни ислоҳ қилувчилар нимаси билан танилгани ва улар нимани кўпроқ қадрлашини билдингизми?!

Бу намоздир!

***

Иброҳим алайҳиссалом ўз оиласини (аёллари Ҳожар ва ўғиллари Исмоилни) экин-тикин битмаган, қуп-қуруқ саҳрода қолдирар эканлар нима деганларини эсланг:

رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ

“Роббимиз, албатта мен зурриётимдан (бир бўлагини — ўғлим Исмоил ва унинг онаси Ҳожарни) Сенинг ҳурматли Байтинг ҳузуридаги экин ўсмайдиган бир водийга жойлаштирдим. Роббимиз, (улар) намозни тўкис адо қилсинлар деб (шундай қилдим). (“Иброҳим” сураси, 37-оят).

Бу намоздир!

***

Мусо алайҳиссалом инсон ақли ҳис қила олмайдиган буюк учрашув — Аллоҳ билан бевосита сўзлашишга келганларида иккита улуғ буйруқни олдилар:

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

“Албатта, Мен, Ўзим, Аллоҳдирман. Мендан ўзга илоҳ йўқ. Бас, Менга ибодат қил ва мени зикр этиш учун намозни тўкис адо эт”. (“Тоҳа” сураси, 14-оят).

Бу намоздир!

Бундан буюк ваҳий борми:

وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ وَأَخِيهِ أَنْ تَبَوَّآ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ ۗ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ

“Биз Мусога ва унинг биродарига: «Икковингиз қавмингиз учун Мисрда уйлар тайёрланг, уйларингизни қибла қилиб, намозни тўкис адо этинглар ва мўминларга хушхабар бер», деб ваҳий юбордик”. (“Юнус” сураси, 87-оят).

Бу намоздир!

***

Сулаймон алайҳиссалом қуёш “парда ортига беркиниб (ботиб) кетгунича” чалғитиб қўйгани ва аср намози ўтиб кетгани учун учқур отларининг бўйни ва оёғини кесиб, Аллоҳ йўлида қурбонлик қилган эдилар:

إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُ * فَقَالَ إِنِّي أَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبِّي حَتَّىٰ تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ * رُدُّوهَا عَلَيَّ ۖ فَطَفِقَ مَسْحًا بِالسُّوقِ وَالْأَعْنَاقِ

“Эсланг, бир оқшом унга гижинглаб турган учқур отлар кўрсатилди. У: «Албатта, мен Роббимнинг зикридан кўра дунё ишқига берилиб кетиб, ҳатто(қуёш) парда ила беркинибди-ку! Уларни менга қайтаринг!» деди. Сўнгра уларнинг оёқ ва бўйинларини «силай» бошлади! (Бир муддат зеҳнимни Аллоҳнинг зикридан чалғитгани учун бу отларни Аллоҳ йўлида қурбонлик қилай, деб бўйинлари ва оёқларини кеса бошлади)”. (“Сод” сураси, 31-33-оятлар).

Аллоҳни гувоҳ қилиб айтинг-чи?! Намоз вақти ўтиб кетаётган бўлса ҳам мен ва сиз нима қиляпмиз?

Бу намоздир!

***

Қариб, кексайиб қолган Закариё алайҳиссаломга ўзидан кейин қолувчи фарзанд башорати қаерда берилди?

فَنَادَتْهُ الْمَلَائِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَىٰ مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنَ اللَّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِنَ الصَّالِحِينَ

“Меҳробда намоз ўқиб турганида, фаришталар унга: «Албатта, Аллоҳ сенга Аллоҳдан бўлган калимани тасдиқловчи, бошлиқ, шаҳвати тийилган, солиҳлардан бўлган Набий, Яҳёнинг башоратини бермоқда», дедилар”. (“Оли Имрон” сураси, 39-оят).

Эътибор беринг: “… намоз ўқиб турганида…” дейиляпти.

Бу намоздир!

***

Кофирлар (Хандақ ғазотида) Росулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва салламни Аср намозини ўқишдан машғул қилиб қўйишганида уларни дуоибад қилган эдилар:

مَلأَ اللَّهُ قُبُورَهُمْ وَبُيُوتَهُمْ نَارًا , كَمَا شَغَلُونَا عَنْ الصَّلاةِ

“Улар бизни намоздан чалғитганидек Аллоҳ уларнинг қабрлари ва уйларини олов билан тўлдирсин…” Имом Бухорий ривояти, 6396.

Бу намоздир!

***

Қуръондаги бирон ибодат намоз каби бошқа ибодатлар билан бирга зикр қилинмаган. Фақат намозгина закот, сабр, қурбонлик ва бундан бошқа ибодатларнинг ёнида эслатиб ўтилган…

Бу намоздир!

Фарз намозларни тугатиб, салом бергандан кейинги ўтириш Аллоҳ азза ва жалланинг раҳмати тушадиган энг буюк вақтлардандир. Шундай экан, туриб кетишга шошилманг. Аллоҳдан мағфират сўранг, Унга тасбеҳ айтинг, хоҳлаган нарсангизни сўраб Роббингизга дуо қилинг. Зеро У эшитувчи ва жавоб берувчи Зотдир.

Пайғамбаримизга Аллоҳнинг саловати ва саломлари бўлсин.

Devami

30 odimda farzand tarbiyasi (5 Odim)

Ўрнак-намуна бўлмоқ

Фарзанд тарбиясидаги энг муҳим, энг фойдали ва қалбларга муҳрланиб, ўрнашиб қолувчи нарсалардан бири — ЎРНАК БЎЛИШДИР. Чунки болажонлар илк болалик даврларида зўр тақлид қилиш қобилиятига эга бўладилар. Мисол қилсак, боланинг намоз ўқиётган онасига тақлид қилиб эргашаётганини кўрасиз, онаси рукуъ қилса, у ҳам рукуъ қилади, сажда қилса, у ҳам сажда қилади. Бу ва бунга ўхшаган тақлид кўринишларини эртаю кеч гувоҳи бўламиз.

Шундай экан, бизнинг зиммамизга тушган вазифа — уларнинг ўша қобилиятларини тўғри йўналтириш ва ушбу фурсатдан фойдаланиб уларга ДИН учун амал қилиш муҳаббатини сингдиришдир.

Бу иш қуйидагилар билан амалга ошади:

  1. Болажонларга саҳобалар, солиҳ инсонлар ва уламоларнинг ҳикояларини айтиб бермоқ;
  2. Ҳар бир яхши ишда кўриб тақлид қилсинлар дея уларни ёнимизда олиб юришимиз. Масалан, болажонларни ўзимиз билан жамоат намозларига масжидга олиб бормоғимиз;
  3. Ёшларига муносиб бўлган фойдали исломий аудиоларни эшиттирмоқ;
  4. Намоз ўқиш, садақа бериш каби баъзи ибодатларни болажонларнинг кўз ўнгида қилмоқ.

Амалий ўрнак бўлишнинг аҳамиятига доир қисса:

“Солиҳ ота ва Солиҳа она” мавзусида болажонларга ўрнак бўлишнинг уларнинг шахсиятларининг шаклланишидаги аҳамиятига доир баъзи мисолларни биргаликда кўргандик. Бу ўринда яна бошқа мисолларни келтириб ўтмоқчиман:

1) Ибн Аббоснинг озод қилган мавлоси Курайбдан ривоят қилинади. Ибн Аббос (Оллоҳ ундан рози бўлсин) унга бир кеча холаси ва Пайғамбар соллаллоҳу алайҳи ва салламнинг завжаси Маймунанинг (Оллоҳ ундан рози бўлсин) уйларида қолганини айтиб берган экан. Ибн Аббос (Оллоҳ ундан рози бўлсин) айтади:

“Мен ёстиқнинг кўндаланг тарафида ётдим, Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам ва завжалари (Маймуна) эса, ёстиқнинг узунасида ётиб ухладилар. Ярим кеча бўлганда, ёки ундан озгина олдин, ёки бир оз кейинроқ Пайғамбар соллаллоҳу алайҳи ва саллам уйғондилар. Уйқуни кетказмоқчи бўлиб, юзларини қўллари билан ишқаладилар. Кейин эса, Оли Имрон сурасининг охирги оятларидан ўқидилар. Сўнг бориб, осиғлиқ турган мешдан сув олиб, таҳорат ола бошладилар ва гўзал-мукаммал таҳорат қилдилар. Сўнг намоз ўқий бошладилар”.

Ибн Аббос (Оллоҳ ундан рози бўлсин) айтадилар:

“Мен ҳам туриб, у зот қилганларидек қилдим. Сўнгра у зотнинг ёнларига келиб турдим, Пайғамбар алайҳиссалоту вассалом ўнг қўлларини бошимга қўйдилар. Сўнг ўнг қулоғимдан ушлаб, бураб қўйдилар. Кейин эса икки ракаат намоз ўқидилар, сўнг яна икки ракаат, яна икки ракаат, яна икки ракаат, яна икки ракаат ва яна икки ракаат намоз ўқидилар, сўнгра витрни ўқидилар. Кейин эса муаззин келгунига қадар ёнбошлаб ётдилар. (Муаззин келиб чақирганидан) Кейин ўринларидан туриб, икки ракаат енгил намоз (бомдоднинг суннатини) ўқиб, масжидга чиқдилар ва бомдоднинг фарзини одамларга ўқиб бердилар”.[1]

2) Мўминларнинг онаси Оишадан (Оллоҳ ундан рози бўлсин) ривоят қилинади:

“Гап сўзи Расулуллоҳ соллалоҳу алайҳи ва салламникига (қизлари) Фотимадан кўра кўпроқ ўхшаган бирортани кўрмадим”.[2]

Ушбу бу ривоят бизга фарзандларнинг оталаридан яхшигина таъсирланганликларини ва уларга неқадар тақлид қилганликларини кўрсатмоқда.

Амалий ўрнак бўлишнинг аҳамиятига доир амалий мисол:

Садақа бермоқ:

Агар ўғлингиз ёнингизда бўлган пайт бир бечораҳол кишини кўриб қолсангиз, ўғлингизнинг қўлига пул тутқизинг ва буни олиб боргинда ана у кишига бергин, денг. Буни қилгандан кейин, бу иши учун унга баракалла денг ва уни ака-укалари олдида мақтаб қўйинг. Ана ўшанда унинг қалбига ушбу амални яхши кўриш ўрнашади. Шу тариқа садақа қилишни яхши кўрадиган ва бечора муҳтожларга ёрдам қўлини чўзадиган насллар етишади. Қолган амалларни ҳам шунга қиёсланг.

 



[1] Бухорий ривояти, “Тафсир китоби” (4572), Фатҳул Борий, “Тафсир китоби” (8/300).

[2] Сияру аълам ан-нубала (2/118-134).

Devami

30 odimda farzand tarbiyasi (4 Odim)

Тўртинчи одим

Фарзандингизга ёшлигида таълим беринг!

Болажонлар ҳаётларининг дастлабки босқичларида ўткир хотирали бўлиш билан ажралиб турадилар. Бундан унумли фойдаланган ҳолда уларни илм олишга ва Қуръони Каримни ва Суннати мутоҳҳарани ёд олиш ҳамда саҳиҳ ақидани пухта эгаллаш каби шаръий билимларни ўрганишга йўллантиришимиз керак.

Зеро Ислом уммати кучли олимларга ва Қуръон ва Суннат нури билан фикр юритувчи даъватчиларга муҳтождир. Бу эса, фақат ёшликдан бошлаб таълим олиш билангина бўлади…

Бу иш қийин ва имконсиз дея кўрманг!

Мана Ибн Муфлиҳ шундай дейди: “Ёшликда олинган илм мустаҳкам, барқарор бўлади. Шундай экан, ёш толиби илмларга, айниқса зукко, ҳушёр ва имл олишга ҳавасманд бўлганларига алоҳида эътибор бериш керак. Шунингдек, уларнинг ёш, ночор, ёки кучсиз бўлишлари, улар билан шуғулланишдан ва уларга алоҳида эътибор беришдан тўсмаслиги керак”.[1]

Ёшликдан илм олишнинг ва бунинг киши шахсиятнинг шаклланишидаги аҳамиятига доир амалий мисоллар:

1. Ибн Аббосдан (Оллоҳ ундан рози бўлсин) ривоят қилинади: “Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам вафот этганларидан сўнг, Ансорлардан бир кишига:

“Юр, Набий соллаллоҳу алайҳи ва салламнинг саҳобаларидан ҳадис ўрганамиз. Зеро бугун улар кўпдир”, дедим. У эса:

“Қизиқсана, эй Ибн Аббос! Одамлар орасида Набий соллаллоҳу алайҳи ва салламнинг саҳобалари бор бўлатуриб, уларнинг сенга эҳтиёжи бўлишини ўйлаяпсанми?” деди.

Мен эса унга эътибор бермай, ҳадис ўрганишга киришдим. Агар менга бир кишидан ҳадис етиб келса, шу заҳоти унинг олдига борардим. У қайлула (кундузги уйқу)да бўлса, ридомни тагимга тўшаб эшигининг остонасида кутардим. Шамол чанг-тўзонни устимга учирарди. У уйидан чиқиб, мени кўрганда: “Эй Расулуллоҳнинг жиянлари, бу нима қилганингиз? Одам жўнатсангиз, олдингизга ўзим борардим”, дерди. Шунда мен: “Менинг ҳузурингизга келиб, сиздан ҳадис ўрганишим мақсадга мувофиқроқ”, дер эдим…

Ибн Аббос (Оллоҳ ундан рози бўлсин) айтади: “Бир куни ҳалиги Ансорий киши атрофимда одамларнинг (ҳадис ўрганиш учун) тўпланиб турганини кўриб: “Бу йигитча мендан ақиллироқ”, деганди”.[2]

2. Маъмардан (Оллоҳ уни раҳмат қилсин) ривоят қилинади: “Мен ўн тўрт ёшлигимда Қатодан ҳадис эшитдим. Ўша пайтлар нимаики эшитган бўлсам, худди кўксимга битилгандекдир”.[3]

3. Умму Дардо (Оллоҳ ундан рози бўлсин) шундай дейди: “Ёшлигингизда илм талаб қилингларки, катта бўлганингизда унга амал қиласизлар. Зеро ҳар бир ҳосил йиғувчининг (ҳосил йиғишдан олдин) экиб қўйган нарсаси бўлади”.[4]

* * *


[1] “Ал-Одобуш-шаръийя” (1/244).

[2] Сияру аълам ан-нубала (3/343).

[3] Сияру аълам ан-нубала (7/5-18).

[4] Сияру аълам ан-нубала (12/615).

To‘rtinchi odim

Farzandingizga yoshligida ta’lim bering!

Bolajonlar hayotlarining dastlabki bosqichlarida o‘tkir xotirali bo‘lish bilan ajralib turadilar. Bundan unumli foydalangan holda ularni ilm olishga va Qur’oni Karimni va Sunnati mutohharani yod olish hamda sahih aqidani puxta egallash kabi shar’iy bilimlarni o‘rganishga yo‘llantirishimiz kerak.

Zero Islom ummati kuchli olimlarga va Qur’on va Sunnat nuri bilan fikr yurituvchi da’vatchilarga muhtojdir. Bu esa, faqat yoshlikdan boshlab ta’lim olish bilangina bo‘ladi…

Bu ish qiyin va imkonsiz deya ko‘rmang!

Mana Ibn Muflih shunday deydi: “Yoshlikda olingan ilm mustahkam, barqaror bo‘ladi. Shunday ekan, yosh tolibi ilmlarga, ayniqsa zukko, hushyor va iml olishga havasmand bo‘lganlariga alohida e’tibor berish kerak. Shuningdek, ularning yosh, nochor, yoki kuchsiz bo‘lishlari, ular bilan shug‘ullanishdan va ularga alohida e’tibor berishdan to‘smasligi kerak”.[1]

Yoshlikdan ilm olishning va buning kishi shaxsiyatning shakllanishidagi ahamiyatiga doir amaliy misollar:

1. Ibn Abbosdan (Olloh undan rozi bo‘lsin) rivoyat qilinadi: “Rasululloh sollallohu alayhi va sallam vafot etganlaridan so‘ng, Ansorlardan bir kishiga:

“Yur, Nabiy sollallohu alayhi va sallamning sahobalaridan hadis o‘rganamiz. Zero bugun ular ko‘pdir”, dedim. U esa:

“Qiziqsana, ey Ibn Abbos! Odamlar orasida Nabiy sollallohu alayhi va sallamning sahobalari bor bo‘laturib, ularning senga ehtiyoji bo‘lishini o‘ylayapsanmi?” dedi.

Men esa unga e’tibor bermay, hadis o‘rganishga kirishdim. Agar menga bir kishidan hadis etib kelsa, shu zahoti uning oldiga borardim. U qaylula (kunduzgi uyqu)da bo‘lsa, ridomni tagimga to‘shab eshigining ostonasida kutardim. Shamol chang-to‘zonni ustimga uchirardi. U uyidan chiqib, meni ko‘rganda: “Ey Rasulullohning jiyanlari, bu nima qilganingiz? Odam jo‘natsangiz, oldingizga o‘zim borardim”, derdi. Shunda men: “Mening huzuringizga kelib, sizdan hadis o‘rganishim maqsadga muvofiqroq”, der edim…

Ibn Abbos (Olloh undan rozi bo‘lsin) aytadi: “Bir kuni haligi Ansoriy kishi atrofimda odamlarning (hadis o‘rganish uchun) to‘planib turganini ko‘rib: “Bu yigitcha mendan aqilliroq”, degandi”.[2]

2. Ma’mardan (Olloh uni rahmat qilsin) rivoyat qilinadi: “Men o‘n to‘rt yoshligimda Qatodan hadis eshitdim. O‘sha paytlar nimaiki eshitgan bo‘lsam, xuddi ko‘ksimga bitilgandekdir”.[3]

3. Ummu Dardo (Olloh undan rozi bo‘lsin) shunday deydi: “Yoshligingizda ilm talab qilinglarki, katta bo‘lganingizda unga amal qilasizlar. Zero har bir hosil yig‘uvchining (hosil yig‘ishdan oldin) ekib qo‘ygan narsasi bo‘ladi”.[4]

* * *

[1] “Al-Odobush-shar’iyya” (1/244).

[2] Siyaru a’lam an-nubala (3/343).

[3] Siyaru a’lam an-nubala (7/5-18).

[4] Siyaru a’lam an-nubala (12/615).

Devami

30 odimda farzand tarbiyasi (3 Odim)

Учинчи одим

Зарурий шаръий ишларни ўргатмоқ

Болажонлар солиҳ инсон бўлиб етишишлари учун ёшликлариданоқ намоз, рўза ва шунга ўхшаган зарурий шаръий ишларни ўргатиб бориш лозим. Мана шу сабабдан “Ёшликда таълим олиш, тошга ўйилиб ёзилган нақш кабидир”, дейилади.

Амалий мисол:

Расулуллоҳ соллаллоҳу алайҳи ва саллам: “Фарзандларингизни етти ёш бўлганларида намозга буюринглар. Энди ўн ёш бўлганларида (намозга бепарво бўлсалар) намоз сабабли уринглар! Ва (шу ёшда ўғил-қизларни) ётоқ ўринларини ажратинглар!” — дедилар.[1]



[1] Сунан Аби Довуд, “Бола қачон намозга буюрилиши ҳақидаги боб” (495).

 

Uchinchi odim

Zaruriy shar’iy ishlarni o‘rgatmoq

Bolajonlar solih inson bo‘lib etishishlari uchun yoshliklaridanoq namoz, ro‘za va shunga o‘xshagan zaruriy shar’iy ishlarni o‘rgatib borish lozim. Mana shu sababdan “Yoshlikda ta’lim olish, toshga o‘yilib yozilgan naqsh kabidir”, deyiladi.

Amaliy misol:

Rasululloh sollallohu alayhi va sallam: “Farzandlaringizni etti yosh bo‘lganlarida namozga buyuringlar. Endi o‘n yosh bo‘lganlarida (namozga beparvo bo‘lsalar) namoz sababli uringlar! Va (shu yoshda o‘g‘il-qizlarni) yotoq o‘rinlarini ajratinglar!” — dedilar.[1]
[1] Sunan Abi Dovud, “Bola qachon namozga buyurilishi haqidagi bob” (495).

Devami