İÇİŞLERİ BAKANI SN. SÜLEYMAN SOYLU’NUN AÇIKLAMASI ÜZERİNE

17.02.2021

TÜRKİSTANDER (Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği) Başkanı Burhan Kavuncu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu‘nun Doğu Türkistanlı’larla ilgili yaptığı açıklamayla ilgili  Hertaraf Haber’e değerlendirmelerde bulundu:

Türkiye İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu, Türkiye’nin Doğu Türkistan politikası hakkında 15 Şubat 2021 günü önemli bir açıklama yaptı. Belirtilen hususlar genel olarak doğrudur ve açıklama Türkistanlılar arasında sevinç yaratmıştır. Bir devlet yetkilisinin açıklayamayacağı bazı hususları ve gördüğümüz eksikleri de bizim ortaya koymamız gerekiyor.

Biz Türkistanlılar Türkiye’nin dış politika önceliklerini belirleme veya eleştirme durumunda değiliz. Her ülke içinde bulunduğu şartlara, stratejik dengelere ve milli menfaatlerine göre politikalarını oluşturur. Burada sadece durum tespiti olarak aşağıdaki hususların bilinmesinde fayda görüyorum:

1-Türkiye devleti, Doğu Türkistanlı muhacirlere sahip çıkmaktadır. Dünyada en fazla Doğu Türkistanlı sığınmacı Türkiye’dedir. Açıklamada belirtildiği gibi ikamet, vatandaşlık, göç hizmetleri gibi birçok konuda ayrıcalıklı yaklaşım gösterilmektedir. Hatta diğer Türkistan ülkelerinden gelen hemşerilerimiz kendilerine de benzer kolaylıklar gösterilmesini istiyorlar.

2-Doğu Türkistanlıların başka bir ülkeye iade edilmemesi yönünde bir uygulama mevcuttur. Geçmiş yıllarda (2018 ve 2019’da) yaşanan iki olayın, görevlilerin hatası yüzünden meydana gelmiş istisnai vak’alar olduğunu düşünüyorum. Yetkililerin vakıaları reddetmeleri, bu hataların inşaallah bir daha tekrarlanmayacağını gösteriyor. Nitekim başka bir iade olayının vuku bulmaması, bunu doğrulamaktadır.

3-Malezya, Tayland gibi ülkelere sığınan Doğu Türkistanlılara da Türkiye “taraf ülke” sıfatıyla sahip çıkmaktadır. Bu, 2000’li yıllardan önce Türkiye’de görülmeyen bir politikadır.

4-BM ve uluslararası platformlarda Türkiye “Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygurlar ve diğer Müslüman azınlıklar”ın haklarını savunmaktadır. Çin’in işlediği insanlık suçlarını kınamıştır.

5-BM’de Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmünü desteklemek için yayınlanan bildirilere, Türkiye imza atmamıştır. Sayıları 25’i bulan birçok ‘müslüman ülke’ Çin’in  ekonomik- siyasi baskılarına boyun eğdiği halde Türkiye’nin bunlar arasında yer almaması sevindiricidir.

Bunlar Türkiye’nin Doğu Türkistan politikasındaki olumlu göstergeler. Eksik veya yetersiz gördüklerimiz ise:

1-Türkiye dünyada Doğu Türkistan meselesine en fazla sahip çıkan ülkeler arasında değildir. Birçok batılı ülke “Uygur sorunu” olarak adlandırdıkları Doğu Türkistan’daki Çin soykırımını daha fazla gündeme getirmektedir. Finlandiya Başbakanı “her şey para değildir, bu bir soykırımdır ve sessiz kalamayız” derken, Kanada ve daha birçok Batılı ülke parlamentosunda Çin’i kınama kararları ilan edilmiştir. “Soykırım” gibi büyük bir insanlık suçu işlemekte olan Çin devletini kınamak için BM’de iki defa bildiri yayınlanmış, 22 ve 39 ülkenin imzaladığı bildirilere Türkiye imza koymamıştır.

2-Çin’in Doğu Türkistan halkına yönelik işlediği soykırım suçuna ortak olmamak ve kınamak için birçok ülke veya şirket, ticari kısıtlamalara başladı. Özellikle “Sincan Bölgesi”nden yapılan alımlar durdurulmakta. Türkiye ise, ihracatının 10 katı olan ithalatında ve diğer ticari ilişkilerinde herhangi bir değişiklik yapmamıştır.

3-2022 yılında Pekin’de yapılacağı söylenen Olimpiyatlara katılmama yönünde, birçok ülke açıklama yaptı. Türkiye bu konuda da başka ülkelerin gerisinde kaldı ve henüz böyle bir konu gündemde yer almıyor.

 

4- 2017 yılında Çin’le imzalanan “Suçluların İadesi Anlaşması” iki ülkenin meclislerinde yasalaştırılmak üzere bekliyordu. 2020’nin son günlerinde Çin meclisinin anlaşmayı onaylaması Türkiye’de geniş bir gündem oluşturdu. Biz Türkiye’nin hiçbir Türkistanlıyı Çin’e vermeyeceğine inanıyoruz. Lakin yine de böyle bir anlaşmanın yapılmasına tepkiliyiz. Çünkü Çin’le yapılacak “suç-suçlu-iade” kavramlarını içeren her türlü anlaşma, bütün dünyada soykırımcı olarak tartışılan bir rejimi meşrulaştırmak anlamına gelir. 21. Asrın bir apartheid (ırk ayrımına  dayalı zalim uygulamaları hukuk sistemi olarak kabul eden) ülkesi olarak öne çıkan Çin Komünist Partisi diktatörlüğü, bu tür anlaşmalarla masum olarak kabul edilmiş olmaktadır ki, bizim bundan razı olmamız düşünülemez.

5- Hepsinden önemlisi, Türkiye’de Doğu Türkistan konusunun gündeme getirilmesi, hükümet tarafından engellenmektedir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu yaptığı resmi açıklamalarda, “Çin aleyhindeki yayınlara ve faaliyetlere izin verilmediğini/ verilmeyeceğini” bildirmiştir. Bu konu “dış politika önceliği” olarak kabul edilemez. Halkın ve STK’ların Doğu Türkistan duyarlılığına saygı gösterilmeli, engellemelerden vaz geçilmelidir. Örnek olarak Ankara ve İstanbul’da Çin temsilcilikleri önünde ailelerini arayan Uygurlara engel olunmaktadır. Yine ana akım medya ve STK’ların, Dışişleri Bakanı’nın açıkladığı hükümet baskısı yüzünden sessiz kaldıklarını tahmin ediyoruz.

Halkın, STK’ların ve medyanın, Doğu Türkistan hassasiyetini serbestçe ortaya koyabilmesi, Türkiye’nin Dünya’daki imajını iyileştireceği gibi, Çin karşısında da elini güçlendireceği açıktır. Buna rağmen aksine bir politika takip edilmesi, bazı bazı Çin yanlısı çıkar çevrelerinin etkisi olarak görülmektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Burhan Kavuncu

TÜRKİSTANDER (Uluslararası Türkistanlılar Dayanışma Derneği) Başkanı

 

Devami

Türkistander: İade anlaşması kabul edilemez

  • ÇİN’E GÖRE ‘SUÇLU’ BÜTÜN TÜRKİSTANLILAR, BELLİ DEĞİL Mİ?
  • 2017’de imzalanan “Çin-Türkiye Suçluların İadesi Anlaşması” TBMM’de de onaylanırsa yürürlüğe girecek!
  • Türkiye’nin bu anlaşmayı kabul etmesi mümkün değil, ama gündeme gelmesi bile ayıp!
  • Anlaşma metninde iadeyi zorlaştıran maddeler var, ama yine de kabul edilemez!

Geçtiğimiz hafta sonunda (26 Aralık 2020) Çin Meclisi, 2017’de iki ülkenin Adalet Bakanları tarafından imzalanan “Türkiye-Çin Suçluların İadesi Anlaşması”nı onayladı. Böyle bir anlaşmanın varlığı ve gündeme gelmesi, Türkistanlılar arasında endişeye, Türk halkının da büyük tepkisine sebep oldu.

2017 yılının Nisan ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Pekin’i ziyareti sırasında imzalan anlaşma dört yıla yakın bir süredir her iki ülkenin de meclislerinde bekletiliyordu. Bu bekletmenin, iki ülke arasındaki ilişkilerin zaman zaman gerilmesi ile ilgili olduğu tahmin ediliyor. Çin’in Doğu Türkistan’daki insanlık dışı uygulamaları 2019 yılı başından itibaren Türk resmi yetkilileri tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş, buna karşılık Çin’li yetkililer Türkiye’yi “ekonomik ilişkileri bozmakla” tehdit etmişlerdi. Çin’in diplomatik sınırları aşan saygısız açıklamaları Türkiye tarafından karşılıksız bırakıldı. En son geçtiğimiz Ekim  ayında (2020) BM Genel Kurulu’nda konuşan Türkiye temsilcisi, Çin’in Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerinin devam ettiğini söyleyerek bu zulme son verilmesini istemişti.

Türkiye Dışişleri’nin açıkça “21. Yüzyılda toplama kamplarının yeniden ortaya çıkmasının utanç verici olduğunu” ve “terörle mücadelenin sivil halka baskı yapmaya dönüştüğü” ilan etmesinden sonra, böyle bir ülkeye değil “suçlu iadesi”, iade anlaşması bile yapmaması beklenirdi normal şartlarda. Bu anlaşmanın Türkiye’nin genel pozisyonuyla çeliştiği açık. Ama uygulamanın tam tersi yönde geliştiğini görüyoruz. 2019 Şubat’ında “Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki Uygur Türklerinin ve diğer müslüman toplulukların temel insan haklarını ihlal eden uygulamaların ağırlaştığı”, “Uygur Türklerinin ve bölgedeki diğer Müslüman toplulukların etnik, dini ve kültürel kimliklerinin tasfiye edilmesinin hedeflendiği”, “keyfi tutuklamalara maruz kalan bir milyondan fazla Uygur Türk’ünün toplama kamplarında ve hapishanelerde işkence ve siyasi beyin yıkamaya maruz bırakıldıkları”nı söyledikten daha 2 ay geçmeden Cumhurbaşkan’nının imzasıyla anlaşma metninin TBMM Başkanlığı’na sevk edilmesi akıl alır bir husus değil.

Cumhurbaşkanı’nın 12.04.2019’da TBMM’ye gönderdiği onay yazısı, 26.04.2019’da TBMM Başkanı Mustafa Şentop tarafından kanun teklifi olarak Dışişleri ve Adalet komisyonlarına sevkedilmiş.  O tarihten bugüne 20 ay geçmesine rağmen komisyonların ve genel kurulun gündemine alınmamış. Bu bekletmenin, böylesi bir yasayı “Türkiye’nin içine sindiremediği” şeklinde yorumlamamız iyimserlik olarak görülmemeli.

Sonuçta Türkiye böyle bir anlaşmayı yürürlüğe sokmaz, sokmamalıdır. Aslında daha önce de Adalet Bakanı böyle bir tasarıyı imzalamamalıydı. Bu, Türkiye ve iktidar açısından büyük bir ayıp. Çin devletinin suç ve suçlu kavramlarından ne anladığı açıktır. Toplama kampları ve hapishanelerde bulunan 8 milyonu aşkın insanı, sadece Türk, müslüman, Tibetli, Budist, Moğol veya siyasi muhalif olduğu için “suçlu” olarak kabul eden bir devlettir. Çin’e göre bütün bir Doğu Türkistan hatta Türkiye’nin 83 milyon vatandaşı suçludur. (ABD’ye göre farklı mı, bütün müslümanlar potansiyel “terörist”).

Anlaşma metnindeki bir çok madde iade talebinin reddedilebileceğini öngörüyor. Bugün için Doğu Türkistanlı hemşerilerimizin paniğe kapılmasına gerek yok. Ancak iktidarda Doğu Perinçek zihniyetinde birilerinin olması durumunda (kaldı ki Perinçek’in “hükümetin rotası bizim elimizde” benzeri açıklamaları şimdiye kadar yalanlanmadı) pekala uygulanarak, masum Türkistanlıların Çin kasaplarına iadesi mümkün olabilir.

TÜRKİSTANDER olarak bu utanç belgesinin derhal geri çekilmesini, TBMM gündemine geldiği takdirde bütün üyelerin red oyu vermesini ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yürürlüğe sokmamasını bekliyoruz. Çin’e iade anlaşmasının iyisi doğrusu olmaz. Bazı çevrelerin parti taraftarlığı gayretiyle anlaşma metnini masum göstermeye çalışmaları ciddi bir yanlıştır. Boraltan Köprüsü ihanetini unutmayan milletimiz, Çin’le iade anlaşması yapılmasını da affetmeyecektir.

BURHAN KAVUNCU

TÜRKİSTANDER BAŞKANI

Çin-Türkiye Suçluların İadesi Anlaşması Metni

Devami

HEPİMİZ SORUMLUYUZ: TACİKİSTAN ÜZERİNDEN ÇİN’E VERİLEN DOĞU TÜRKİSTANLI ZİYNETGÜL TURSUN OLAYI

Doğu Türkistanlı Ziynetgül Tursun’un Tacikistanlı zannedilerek Çin’e verildiğinin kesinleşmesi üzerine TÜRKİSTANDER BAŞKANI Burhan Kavuncu aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:

HEPİMİZ SORUMLUYUZ: TACİKİSTAN ÜZERİNDEN ÇİN’E VERİLEN DOĞU TÜRKİSTANLI ZİYNETGÜL TURSUN OLAYI

Tacikistan devlet yetkililerine ile görüşülerek geçtiğimiz ay  (18 Haziran 2019 günü) İstanbul Havalimanından Tacikistan’a gönderilen Doğu Türkistanlı ZİNİATİGULİ TUERSUN (Ziynetgül Tursun)’un iki çocuğu ile birlikte Çin Halk Cumhuriyeti’ne teslim edildiği kesinleşti.

Göç İdaresi’nin verdiği bilgilere göre 21.05.2019’da yakalandığında üzerinde hiçbir belge olmayan bir bayan kendisinin Uygur ZİYNETGÜL TURSUN olduğunu beyan etti. Göç İdaresi yetkilileri ise “fiziki özellikleri itibatiyle tarafımızca Tacikistan uyruklu olabileceği değerlendirilerek Tacikistan devleti temsilcilikleri ile iletişime” geçtiler.  Tacikistan istihbaratı elemanları yakalanan kişinin kendi vatandaşları RAHİMA AHMADOVA olduğunu Türkiye Göç İdaresi’ne kesin olarak bildirdi. Uyrukların fiziki özellikleri konusunda ‘uzman’ olduğu anlaşılan Göç İdaresi yetkilileri, daha önceki bir çok olayda olduğu gibi Tacikistan devleti istihbaratını tek yetkili mercii sayarak, derhal teslim/ deport işlemini başlattı.

Olay bundan ibarettir. ZİYNETGÜL kardeşimizin Çin devletinin elinde olduğu anlaşılınca Türkiye’deki Türkistanlılar tarafından bu vahim iade olayına tepkiler başladı. Medyada ve çeşitli sosyal medya mecralarında haberler yapıldı. Derneğimizin websitesinde de bir haberle olayı duyurduk (26.07.2019/ turkistanlilar.org ).

Türkistanlıların Türkiye’de maruz kaldığı hata/ haksızlıklar bundan ibaret olmadığı için, bugünkü (28.07.2019) Karar Gazetesi “Ölüme Deport” manşeti ile Uygur Türk’ü ABUDUAINI’nin karşı karşıya kaldığı deport tehlikesini haberleştirdi. Haberin en sonunda da Ziynetgül Tursun olayına da değinildi.

Aynı gün Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından doğrudan Karar Gazetesi ismi ve manşeti zikredilerek bir yalanlama açıklaması yapıldı. Bütün internet medyasında haberleştirilen açıklamada, isim zikredilmeden “kimsenin Çin’e gönderilmediği, adı geçen kişinin Türkiye’de ve serbest olduğu” bildiriliyordu.

Ziynetgül Tursun olayını örtbas etmeye yönelik olduğu anlaşılan bu açıklamadan sonra, “kardeşimizin zaten Türkiye’de olduğu, Çin’e iade haberlerinin yalan olduğu” gibi manipülasyon yayıldı.  “Yalan haber”in Türkistan davasının en büyük düşmanı olduğunu ısrarla vurgulayan bizler de yalancı durumuna düşürüldük.

Aynı gün Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk, Göç İdaresi Genel Müdürü’nün kendisini arayarak “Zinnetgül Tursun isimli 30 yaşındaki dul bayan kardeşimiz ve 2 yetiminin Tacikistan’a sınırdışı edildiğini ve Tacikistan’dan da Çin’e iade edildiği bilgisinin doğru olduğunu söylediğini” açıkladı.

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve Göç İdaresi yetkililerinin iyi niyetleri konusunda hüsn ü zannımızı muhafaza ederek şu hususların altını çiziyoruz:

1-Doğu Türkistanlı göçmenlerin Çin’e verilmesine sebep olan bütün görevliler derhal cezalandırılmalı, göç idaresi gibi önemli bir sorumluluğu taşıma liyakatı bulunmadığı için işten el çektirilmelidir.

2-“İnsanların uyruklarının fiziksel özelliklerine göre tesbiti” ırkçı uygulamasından vazgeçilmelidir. Doğu Türkistan’da Uygurların yanısıra yüzbinlerce Özbek, Tacik kardeşimizin, Tacikistan ve Özbekistan’da da yüzbinlerce Uygur Türk’ünün yaşadığından habersiz kişiler, hassas görevlerden uzak tutulmalıdır.

3-Tacikistan gibi hiçbir hukukun olmadığı, insan haklarının ihlal eden, İslami muhalefeti ezerek yok eden ve Çin rejiminin sadık hizmetkarı olan bir dikta rejiminin istihbarat elemanları ile işbirliği yapılmamalıdır. Daha birkaç sene önce bir muhalif aydını (Omar Ali Kuvvatov) İstanbul’da sokak ortasında öldürdüklerini biz unutmadık. Ziynetgül Tursun olayında Türkiye’yi nasıl kandırdıkları da unutulmamalıdır.

4-Ziynetgül kardeşimiz “Tacik uyruklu olduğu düşünülerek” Tacikistan’a iade edilmiştir. Göç İdaresi açıklamasında ise “ülkesine geri gönderilmesi halinde can güvenliği olmayan, işkence ve insanlık dışı muameleye maruz kalabilecek hiçbir yabancının iadesinin söz konusu olmadığı” iddia edilmektedir. Bu durumda Tacikistan’a da iade yapılmaması icabeder. Türkiye’nin istihbarat ve göç yetkilileri, daha önce Tacikistan’a iade edilen müslümanların akıbetlerini takip etmekte midir? Anayasa Mahkemesi’nin “sınırdışı edilemez” kararı da çiğnenerek Tacikistan’a deport edilen kardeşlerimizin yıllardan beri hala işkence altında olduğunu biliyor musunuz?

5-İçişleri Bakanlığı “deport hedeflerinin tutturulmasını” fazla önemsemektedir. Bu da yakalanan Türkistanlıların “yabancıları insan olarak görmeyen” ‘uzmanların’ elinde hak mahrumiyetine maruz kalmasına sebep olmaktadır.

Türkiye’de İçişleri Bakanlığı uygulamalarının da etkisiyle, yükselmekte olan yabancı düşmanlığı tehlikeli boyutlara gelmektedir. Görevliler “ufak-tefek hatalar” yapmakta beis görmüyor olabilir. Ama Ziynetgül Tursun olayının sadece görevlilerin hatasından kaynaklanmadığı, göçmen politikalarında da ciddi hataların olduğu kabul edilmelidir.

 

Burhan Kavuncu

TÜRKİSTANDER GENEL BAŞKAN

ek 1: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü açıklaması

ek 2: Göç İdaresi tutanağı

Devami

Yeni Zelanda Katliamını Unutmayacağız!

“Allah’ın mescidlerinde onun adının anılmasını men’edenlerden, onların harab olmasına koşandan daha zaalim kimdir? Onların (hakkı) oralara korkak korkak girmekden başkası değildir. Dünyâda rüsvaylık onlarındır. Âhiretde en büyük azâb da yine onların” (Bakara Suresi, 114.ayet)

Avustralya kıtasındaki  Yenizelanda’nın Christchurch şehrinde, bugün iki camiide Cuma namazı için gelen cemaate yönelik büyük bir katliam gerçekleştirildi. 50’den fazla Müslümanın şehid olmasıyla sonuçlanan silahlı saldırıda 20’si ağır 48 kişinin de yaralı olduğu bildiriliyor. Tarihe 15 Mart 2019 Yeni Zelanda Camii Katliamı olarak geçen olay hakkında TÜRKİSTANDER adına bir basın açıklaması yapıldı. Açıklama metni aşağıdadır:

Bugün Dünya müslümanları olarak büyük bir katliamı daha yaşadık. Yeni Zelanda’da ibadet için iki camiiye gelen müslümanlar, ırkçı bir kaç “Hristiyan- Beyaz”ın  silahlı saldırısına uğrayarak 50’den fazla şehid verdiler. Kardeşlerimizin elinde silah yoktu, bulundukları bölgede kimseyle savaş halinde değillerdi. Hepsi tamamen sivildi ve  ibadethanelerde Allah’a kulluklarını izhar etmek için toplanmışlardı.

Olayı tertipleyen kişi, isminin Brenton Tarrant ve Avustralyalı olduğunu söyleyen kaatil yayınladığı 72 sayfalık manifestoda bu olayı “beyaz adamın topraklarına gelen göçmenleri engellemesi” olarak tarif etti. Daha önce Norveç’te 77 kişiyi öldüren Breivik‘ten ilham aldığını, Bosna katliamcılarının izinden gittiğini, özellikle Türk düşmanı olduğunu ve bu katliam için iki seneden beri hazırlık yaptığını belirtti.

Batılılar yine bu olayın bir terör eylemi değil  münferit bir hadise olduğunu savunacaklar. Uzun süreden beri bütün Avrupa ve Amerika ülkelerinde göçmenlere, Müslümanlara, siyah renkli insanlara yönelik bu saldırılar aralıksız devam ediyor. Batılılar hiç bir saldırıyı “terör” olarak yargılamadılar. Hepsini, sanki hak verircesine hep “psikolojisi bozuk kişilerin bireysel tepkileri” olarak tanımladılar. Alman Gizli Servisi tarafından organize edilen ve 9 kişinin öldürüldüğü “dönerci cinayetleri” bile ört bas edildi. Çünkü yabancı karşıtlığı ve İslam düşmanlığı Avrupa’da ve Amerika’da iktidardadır. Kim daha fazla göçmen/ Müslüman/ yabancı düşmanlığı yaparsa o daha çok oy alıyor. Donald Trump gibi birisini ‘Başkan’ seçmeye bile utanmadılar. Sağcı- solcu bütün partiler ırkçılık yarışında. Elbette az sayıda da olsa erdemli insan göçmenlerle, aşağılanan farklı din ve kültür mensuplarıyla omuz omuza dayanışmaktadır.

Türkiye’de ise Afrikalı, Suriyeli veya Türkistanlı göçmenlere yönelik yabancı düşmanlığına özenen bazı gruplar, sadece mide bulandırmaktadır.

Eğer 77 kişinin katili Breivik sadece eylemiyle bireysel olarak değil, bu eyleme temel oluşturan ideolojisiyle birlikte yargılansa ve ırkçılık/ yabancı düşmanlığı mahkum edilseydi, Avrupalı liderler, Hristiyanlar bu vahşeti lânetleseler, bu konuda erdemli bir çizgide konsensus oluştursalardı, şimdi bu eylemler bu kadar azgın bir şekilde yayılmazdı.

Avusturalya kıtasındaki bu katliamla eş zamanlı olarak Hollanda’da 100 kadar ırkçının Faslı bir ailenin evine saldırması tesadüf değildir. Aynı gün İsrail askerleri Mescid-i Aksa’ya girerek cemaate saldırmış, kadınları ve Cami görevlilerini yerlerde sürüklemeye cüret etmişlerdir. 20. asırda İsrail’i kurmuş olan Batılı devletler,  21. yüzyılın başında “Haçlı seferini” başlattıklarını ABD Başkanı Bush’un ağzından ilan ettiler. Halkı müslüman olan ülkelerdeki iktidarlar ise çoğunlukla Batılı devletlerin kuklası durumundadır.

Camiilere, ibadethanelere, sivil insanlara yönelik bu vahşi saldırılar çağımızdaki büyük mazlumiyetimizin her alanda devam ettiğini gösteriyor. Yeni Zelanda’da şehid olan kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyor, Türkistanlı muhacirler olarak Dünya mazlumlarıyla dayanışma içerisinde olduğumuzu bildiriyoruz.

“Hepimiz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz”.

TÜRKİSTANDER GENEL MERKEZİ

 

Devami