Şanghay İşbirliği Örgütü liderliği Özbekistan’da (Özbekçe ve Türkçe)

12.07.2015

Kısa adı ŞİÖ olan Şanghay İşbirliği Örgütünün bu yılki zirve toplantısı Rusya’nın Ufa şehrinde sona erdi. Bu toplantıda örgüt üye sayısının 8 çıkarılması kararlaştırıldı. Şu ana kadar Rusya, Çin, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’dan oluşan ŞİÖ Hindistan ve Pakistan’ın de üye olacağı bildirildi.

ŞİÖ öncelikli olarak üye ülkelerin Orta Asya güvenliği ile ilgili sorunlarına eğilme amacını taşımaktadır; başlıca tehditler olarak terörizm, ayrılıkçılık ve aşırılıkçılığı gösterir. Taşkent’te yapılan ŞİÖ 16-17 Haziran 2004 zirvesinde, Bölgesel Antiterörizm Yapısı (RATS) kuruldu. 21 Nisan 2006’da, ŞİÖ antiterörizm kapsamı altında uluslararası uyuşturucu suçlarıyla mücadele etme planını açıkladı.

ŞİÖ genel sekreteri Grigory Logninov Nisan 2006’da ŞİÖ’nün askeri bir blok olma niyetinin bulunmadığını açıkladı; bununla birlikte “terör, aşırılıkçılık, ayrılıkçılık” tehdidinin artışının kapsamlı bir askeri müdahaleyi zorunlu kıldığını da belirtti.

ŞİÖ birkaç defa ortak askeri tatbikat düzenlemiştir. İlki 2003 yılında tatbikatın ilk aşaması Kazakistan’da, ikinci aşaması ise Çin’de gerçekleştirildi.

Daha büyük kapsamlı olan Çin-Rus ortak Peace Mission 2005 tatbikatı ise, 19 Ağustos 2005’te ŞİÖ çerçevesi dışında düzenlendi. Tatbikatların başarıyla tamamlanmasının ardından Rus yetkililer bu tür tatbikatlara gelecekte Hindistan’ın da katılacağı ve ŞİÖ’nün askeri bir nitelik kazanacağını dile getirmeye başlamıştır.

2006 ŞİÖ savunma bakanları toplantısında belirlendiği üzere, 2007’de Rusya’nın Ural Dağları yakınlarındaki Chelyabinsk bölgesinde ortak askeri tatbikat düzenlenmiştir. Ekim 2007’de Tacikistan başkenti Duşanbe’de güvenlik, suç ve uyuşturucu trafiği konularında kapsamlı işbirliğine gidilmesi amacıyla ŞİÖ ile Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü arasında bir anlaşma imzalanmıştır.

ШҲТнинг навбатдаги йиғилиши Тошкентда бўлади

Шанхай Ҳамкорлик ташкилоти (ШҲТ)нинг навбатдаги йиғилиши 2016 йил сентябрнинг биринчи ярмида Тошкентда ўтказилади.

Бу ҳақда бугун Уфада ўтаётган ШҲТ саммитида маълум қилган президент Ислом Каримовга кўра, ҳозирча аниқ қайси санада бўлиши маълум эмас.

“Биз раислик қилувчи мамлакат сифатида ШҲТнинг келгусидаги ишлари натижаси учун масъулиятни ўз зиммамизга оламиз”, деди президент Каримов.

Ozodlik

Devami

AB, Orta Asya’daki hak ihlallerine yoğunlaşıyor

15.06.2015

AB Dışişleri bakanları 22 Haziran’da yapacakları toplantıda Orta Asya ülkelerindeki insan hakları ihlallerini masaya yatıracak

Avrupa Birliği (AB)’nin Orta Asya ülkelerindeki insan hakları ihlalleri ile ilgili sorunlarla ilgili kararlar ve konuyla ilgili tedbirler alacağı bildirildi.

AB dışişleri bakanlarının 22 Haziran’da Lüksemburg’da yapacağı toplantıda Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan ile ilişkilerin ana hatlarını belirleyen bir belgeyi kabul etmesi bekleniyor.

“Avrupa Birliğinin Orta Asya Stratejisi” adlı bu belge taslağında AB, Orta Asya’da insan hakları, özellikle barışçıl toplantılar yapmak, STK oluşturmak, ifade ve din özgürlüğü, kadın, çocuk ve azınlık hakları alanlarında somut adımların atılması öngörülüyor.

Bunun yanı sıra AB bu ülkelerdeki işkence sorununu ortadan kaldırmak için ciddi girişimlerde bulunacak.

ABD ve AB, insan haklarının sistematik ihlaline rağmen kaynaklar açısından zengin ve stratejik öneme sahip Orta Asya ülkeleri ile yakın bağları korumaya devam ediyor.

Bölgedeki ülkelerden bazılarının 25 yıldır bir kişinin otoriter yönetimi altında yönetildiği biliniyor. AB taslak belgesine göre Orta Asya’nın beş ülkesi ile insan hakları konularının görüşmeleri sivil toplum örgütlerinin katılımı ile yapılmalı.

AB Orta Asya ülkeleri ile her yıl diplomatik düzeyde yapılan toplantılarda insan hakları konusunun reforme edilmesini görüşüyor. Ancak gözlemciler bu girişimlerin bugüne kadar ciddi etki oluşturmadığını ifade ediyor.

Dünya Bülteni

Devami

Sovyet rejimi Hive Hanlığı’nı 95 yıl önce yıkmıştı

95 yıl önce Timur devletinin uzantısı olan Hive hanlığı Sovyet yönetimi tarafından ortadan kaldırıldı

Hive Hanlığı, Timur devletinin parçalanmasından sonra 16.Yüzyılın başlarında Türkistan’ın kuzeyinde ortaya çıktı. Lenin yönetimindeki Sovyet rejiminin yerli uzantıları tarafından 1920 yılında bitirildi.

1917 yılında Ekim devriminden sonra Lenin yönetimi Türkistan’daki halklara özgürlük sözü verdi. Ancak kısa sürede yeni sömürge politikası oluşturan Bolşevik rejimi Türkistan’a kendi adamlarını gönderdi ve burada sözde Halk Cumhuriyeti kurma teşebbüsleri başlattı.

Bu dönemde Türkistan’da Buhara Emirliği, Kokand ve Hive hanlığı olmak üzere üç mahalli devlet vardı.

1918 yılında Kokand’da Ruslardan bağımsız olarak kurulan Kokand Cumhuriyeti Lenin yönetimi tarafından kanlı şekilde ortadan kaldırıldı.

Hive hanlığının yerine Harezm Halk Cumhuriyeti kurulması planlandı. Bunun için Moskova’daki Sovyet rejiminin uzantıları Harezm’de “Genç Hiveliler” adında bir araya geldi ve Hive hanına kaşı ayaklanmaya önderlik etti. Bu gelişmeler üzerine son Hive Hanı Cüneyd Han Sovyetlere ve onların yerli uzantılarına karşı koymaya çalıştı, ama başarılı olamadı. Tahtından vazgeçmek mecburiyetinde bırakıldı.

Sovyetlerin etnik kimlik politikasını yöneten Stalin, Harezm Halk Cumhuriyeti topraklarını yeni oluşacak Özbekistan ve Türkmenistan Sovyet Sosyalistik cumhuriyetleri arasında paylaştırdı. Böylece Türkistan halklarına verilen özgürlük vaatleri tamamen unutularak Orta Asya’da SSSR birliğine bağlı beş Komünist Özerk Cumhuriyet kurulmuş oldu.

Dünya Bülteni

Devami

Pakistan’da ‘Babürname ders kitabı olsun’ önerisi

05.06.2015

Pakistanlı yazar Amir, Babür’ün Pakistan tarihinde çok önemli bir yeri olduğunu belirterek Babürname kitabının okullarda okutulmasını önerdi

Pakistan’da Babür Şah tarafından kaleme alınan Babürname kitabının ders kitabı olarak okutulması gündeme geldi.

Pakistanlı tanınmış gazeteci Ayaz Amir “Babürname” eserinden yola çıkarak “Bizim Müslümanlığımız nereye dayanıyor?” adında bir yazı yayınladı.

Yazar makalesinde “Timurlar doğrudan bizim ecdadımız sayılır. Ancak ülkemizdeki siyasiler bu gerçeği ne kadar kabul ediyorlar. Onlar atalarımızın miraslarına ne kadar sahip çıkmaktadırlar” diye sordu.

Ayaz Amir BBC BBC’nin Özbek hizmetine verdiği demeçte ise şunları söyledi:

“Tabii ki, Babürler Pakistan’da çok meşhurdur. Ancak nedense biz Babürler yerine Moğollar demeyi tercih ediyoruz. Yani Hindistan’da Babür hanedanının kuruluşundan bu yana onlar bu ad ile tanındı. Babürlerin mimari, sanat ve kültür eserlerinin canlı örnekleri sadece Pakistan’da değil Hindistan’da çok meşhurdur. Delhi’ye seyahat eden herkes Babür’ün orada çok popüler olduğunu görür.”

Bu görüşlerinden yola çıkarak Ayaz Amir yazısında Babür’ün en önemli eseri olan “Babürname”yi Pakistan’daki okullarda eğitim programına dahil edilmesini teklif ediyor.

Amir’in yazısındaki ilgili kısım şöyle:

“Hindistan ve Pakistan tarihinde en büyük etki Babür ve oğullarına aittir. Babür çok derin bir kişiliğe sahip olduğu için onun eseri de çok ciddi şekilde öğrenilmesi lazım. Pakistan devlet olarak İslam dini temelinde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bizim Babürname’yi öğrenmemiz yeni nesillerin ruhuna olumlu etki yapar diye düşünüyorum.”

Dünya Bülteni

Devami

Ruzi Nazar, CIA ve Türkistan

05.05.2015

Abdullah MURADOĞLU

98 yıllık hayatı sırlarla dolu olan Özbek asıllı “CIA” ajanı Ruzi Nazar Side’de vefat etmiş ve yeri açıklanmayan bir mezarlıkta defnedilmiş. Ağabeyi ve babası Stalin döneminde katledilen Ruzi Nazar II. Dünya Savaşı’nda Rus ordusundan firar etti. Almanlar, esir aldıkları Türklerden bir “Türkistan Lejyonu” teşkil etmişti. “Stalin rejimi”ne duyduğu nefret Ruzi Nazar’ı bu lejyona sürükledi. Pek çok soydaşı gibi Almanların kazanması halinde Türkistan’ın esaretten kurtulacağına inandı. Almanlar savaşı kaybetti ve Ruzi Nazar aynı sebeplerden ötürü bu kez CIA’ye katıldı.

“Soğuk Savaş” döneminde Ruzi Nazar Rus ve Çin esareti altındaki Türk halklarını dünya gündemine taşımaya çalıştı. Avrupa’daki Türk diasporasından Türkiye’ye kadar pek çok ülkede anti-komünist faaliyetlerin desteklenmesinde rol oynadı. Kimine göre “Türkistanlıların CIA’deki adamı”ydı, ABD’nin imkanlarını Türkistanın bağımsızlığı için kullanan bir vatanseverdi. Kimine göre ise komünizme karşı verilen ‘örtülü savaş”ta rol oynayan muhteris casuslardan biriydi.

Ruzi Nazar 1940’ların başlarında ayrıldığı Özbekistan’a 1990’ların başlarında gidebildi. Ne ki Özbekistan’ın bağımsızlığını kazanmasında CIA’in payı yoktu. Moskova bir anda “Soğuk Savaş” oyunundan çekilmişti. Oysa CIA analistlerine göre daha uzun süre ayakta kalacak kadar güçlüydü. Bu yüzden Sovyetler’in dağılması herkes için, en fazla da Sovyet yurttaşları için süpriz oldu. Soğuk Savaş’ta zaferi sözde ABD kazanmıştı ama bunun için tek mermi bile atmamıştı. ABD, maçın yarısında ringi terkeden amansız rakibinin ardından şampiyon ilan edilen bir boksör gibiydi.

Çarlık Rusya’sı döneminde yapay şekilde bölünerek parçalanan “Türkistan”dan beş ayrı devlet çıktı. Ruslar, Batılı sömürgeciler gibi arkalarında bir dizi sınır ihtilafı bırakarak çekildiler. Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen kimlikleri Rus esareti döneminde birer etnik kimliğe dönüştürüldü. Birkaç yıl önce Kırgızistan’da Özbekler ve Kırgızlar arasında yaşanan çatışmalar ise sıcaklığını koruyor. Aralarında birlik oluşturamayan bu devletler hâlâ Rusya’nın nüfuz alanı içerisinde.

Doğu Avrupa’da Sovyet sonrası dönemde, eski rejime muhalif olan siviller iktidara geldiler. Eski yönetici sınıf ise tasfiye oldu. 1990’ların başlarından bugüne kadar Polonya ve Slovakya 4, Bulgaristan 5, Çek Cumhuriyeti ve Estonya 3, Macaristan 7, Letonya 8, Litvanya ise 7 Cumhurbaşkanı seçti. Cumhurbaşkanları hayattayken seçimlerle koltuklarını devrettiler.
Türki Cumhuriyetlerde durum tam tersiydi. Bu ülkelerde eski rejimden kalma yöneticiler iktidarı ellerinden bırakmadılar. Otoriter rejimlerle yönetilen Kazakistan, Özbekistan ve Tacikistan’da 1990’ların başlarından bugüne kadar aynı isimler devlet başkanı. Kırgızistan’da 1990’dan 2005’e kadar Asker Akayev iktidardaydı. Türkmenistan’da ise 1990’dan 2006’ya kadar Saparmurat Türkmenbaşı tek başına iktidarı elinde tuttu. Türkmenbaşı, görev başındayken vefat etti.

Tek istisna Azerbaycan’dı. Sovyet sonrası dönemde, eski rejime muhalefet ettiği için hapis yatan Ebülfeyz Elçibey Cumhurbaşkanı seçildi. 16 ay sonra Elçibey yetkilerini Haydar Aliyev’e devretmek zorunda bırakıldı. “Sovyetler Birliği Komünist Partisi”nin en üst organı olan “Politbüro”nun üyeliğine kadar yükselen Aliyev “KGB”de de yöneticilik yaptı. 10 yıl Cumhurbaşkanlığı yapan Aliyev’in vefatıyla yerine oğlu İlham Aliyev geçti. Sovyetler Birliği’nin “Doğu Avrupa” ve “Orta Asya”daki eski uyduları arasındaki bu farklar, maalesef düşündürücü ve üzücü.

Yeni Şafak

Devami

İslam’ı Japonya’da yayan isim: Abdürreşid İbrahim

Japonya’da faaliyetlerini yürüten Abdürreşid İbrahim, Osmanlı aydınlarıyla yakın ilişkiler kurmuş ve seyahat notlarını İstanbul’da yayınlanan Sırat-ı Müstakim dergisinde yayınlamıştı

Japonya’da İslam’ın kamusal alana yayılmasının tarihi 19. yüzyıl sonlarına kadar gidiyor. Japonya’da İslam’ın tanıtılması ve yayılmasında Kazan’lı alim ve mücadele adamı Abdürreşid İbrahim büyük bir rol oynadı.

1900’lerin başlarında Japon adalarında çoğu Hint kökenli kırk elli civarında Müslüman yaşıyordu. Abdürreşid İbrahim’in Japonya’da kurduğu ilişkilerin sonucu olarak 1920’lerin başlarından itibaren Kazanlı Türkler bu ülkeye iltica etmeye başladılar.

HÜKÜMET 1939’DA İSLAM’I RESMEN TANIDI

Abdurreşid İbrahim’in 1909’da Tokyo’da tanıştığı Yamaoka Müslüman oldu ve Ömer adını aldı. Abdurreşid İbrahim ile İstanbul’a giden Ömer Yamaoka, Japonya’ya döndükten sonra faaliyetlerine devam etti. 1937’de Kazan Türklerine hizmet vermek üzere Tokyo’da bir cami inşa edildi. 1939’da Japonya hükümetinin İslam’ı resmen tanıması Müslümanların irşad faaliyetlerini kolaylaştırdı.

Japonya, Doğu Asya’da Büyük Okyanus’un içindeki bir ada ülkesi. Şintoizm ve Budizm etkisinin yoğun olarak hissedildiği ülkede İslam’ın geniş kitlelere yayılması 19. yüzyıl sonlarına doğru gerçekleşti. Bu temasın, geç başlamasının sebebininse İslam ülkelerine olan coğrafi uzaklık olduğu düşünülüyor.

Japonya’da İslam’ın resmi din olarak kabulüyse 1939 yılını buldu. Rusya’daki mezalimden kaçarak Japonya’ya sığınan Kazan Tatarları, 1920’lerde Müslüman nüfusunun da artmasına neden oldu. Kazanlı alim Abdürreşid İbrahim’in Japonya’ya seyahatleri, buradaki Müslümanların bir birlik kurmaları yolunda önemli adımlar atmasını sağladı.

GÖÇLERLE MÜSLÜMANLARIN SAYISI ARTTI 

100’ü aşkın Japon’un Müslüman olduğu bu dönemde temelleri atılan Tokyo Camii, bu birleşmenin önemli bir göstergesiydi. Cami, Müslümanların irşad faaliyetlerini de kolaylaştırdı. Doğu Türkistan’dan hicret eden Uygurların yanı sıra Malezya, Singapur, Endonezya, Hindistan ve Pakistan’dan göç edenlerle birlikte ülkedeki Müslümanların sayısı arttı.

Abdürreşid İbrahim, Sultan İkinci Abdülhamid’den Japonya’ya bir ulema heyetinin gönderilmesi halinde İslam’ın kolayca yayılacağını bildirdi. Abdürreşid İbrahim’in, Sultan İkinci Abdülhamid’e gönderdiği mektupta şunlar yazmıştı:

“Her ne kadar bizim Müslümanlar arasında, ‘Japonya’da İslamiyet’ adı altında rüya aleminin levhalarında anlatılan havadis pek çok duyulmuşsa da, asıl ve esası olmadığı tahakkuk etmiştir. Fakat bundan sonra İslamiyet’in Japonya’da intişar edeceği şüphesizdir. Zira Japon milleti, yaratılış bakımından İslamiyet’e yakın bir millettir. İslami kaidelerden olan pek çok güzel ahlak, Japonlar’da fıtraten mevcuttur. Temizlik, haya, sadakat, emniyet, hususan cömertlikle şecaat, Japonlar’da adeta bir huy olmuştur.”

1953 yılına gelindiğinde Japon Müslümanlar Sadık İmaizumi başkanlığında biraraya gelerek “Japon Müslüman Birliği”ni kurdular. Günümüzdeyse Japonya’da on bini Japon olmak üzere yüzbin civarında Müslüman yaşıyor. Japonya’daki Müslümanların çoğunluğunu Endonezya, Pakistan, Bangladeş, Hindistan, Sri Lanka, İran ve Afganistan’dan gelenler oluşturuyor.

MEHMED AKİF KENDİSİNDEN ÖVGÜYLE BAHSEDER

Japonya’da İslam’ın tanıtılması ve yayılmasında Kazanlı alim Abdürreşid İbrahim önemli rol oynadı. Uzun süre Tokyo Camii’nin imamlığını da yürüten Abdürreşid İbrahim aynı zamanda bir gezgindi. Milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy, Sırat-ı Müstakim mecmuasında 1 Temmuz 1910 yılında yayınlanan yazısında Abdürreşid İbrahim’i şu ifadelerle anlatıyordu:

“Hazret, asya’nın her tarafını senelerce gezmiş, bir koca kıt’ada yaşayan insanların mazisini incelemiş, halini tetkik etmiş. Bunlarda saadet görmüşse sebeplerini aramış; sefalet görmüşse kaynağını araştırmış. Evladını, ailesini, memleketini sırf hamiyetle coşan bir hisle bırakıp yola çıktığı halde, gezdiği yerlerde hiç hissiyatına mahkûm olmamış.

Evet, İslam aleminin felahı için çırpınıp duran bu muazzam kalb, başkalarının faziletlerine karşı lâkayd kalmamış; bir Mecusi’ye, bir Budist’e atfettiği tetkik ve tenkit nazarını, bir Müslüman’a da atfetmiş. Bugün zillet ve sefalet içinde çalkanıp duran İslam dünyasının birçok manzarası, birçok tezahürleri zavallıyı adım başında ağlatmış olmakla beraber o, etrafını iyi görmek için gözlerini sile sile yolunda devam eylemiş.”

HAYATINI MÜSLÜMANLIĞA ADADI 

Mehmed Akif Ersoy’un 1910’da kaleme aldığı bu satırlar, Japonya’da İslam’ı yayan kişi olarak tanınan Abdürreşid İbrahim içindi. 1852’de Rusya’nın Sibirya bölgesindeki Tara’da dünyaya gelen İbrahim’in gençlik yılları, Rus esareti altındaki Kazan’da geçti. Hayatını, farklı coğrafyalardaki Müslüman halkların özgürlük mücadelesine adadı.

Avrupa, Balkanlar, Türkistan, Moğolistan, Çin, Japonya, Kore, Singapur, Hindistan, Hicaz, Filistin ve Kuzey Afrika’yı gezerek gördüklerini kayda geçirdi. 1895’te geldiği İstanbul’da Rusya’da yaşayan Müslümanları Osmanlı Devleti’ne göç etmeye davet etti ve 70 bin Müslüman Türk’ün Anadolu’ya göçmesine vesile oldu.

OSMANLI – JAPONYA İTTİFAKI İÇİN ÇABALADI 

1908’de ilk kez Japonya’ya giderek Japonca öğrendi. Japonya hanedanıyla sıcak ilişki kuran Abdürreşid İbrahim, İngiltere ve Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti ile Japonya’nın ittifak kurması için çaba sarf etti.

Birinci Dünya Savaşı’nda İttihad-ı İslam siyasetinin önemli isimleri arasındaydı. İkinci meşrutiyetin ilanı üzerine İstanbul’a geldi. Seyahat notları Sırat-ı Müstakim mecmuasında tefrika edildi. Geniş yankı uyandıran tefrika Alem-i İslam ve Japonya’da İslam’ın Yayılması başlığıyla kitaplaştırıldı.

TOKYO’DA DÜNYAYA VEFAT ETTİ

Mehmet Akif ile tanışıp dost oldu. Büyük şair, vaazlardan birisini şiirleştirdi ve “Süleymaniye Kürsüsünde” adıyla yayımladı. 19. yüzyıl sonlarından itibaren yaptığı seyahatlerle İslam dünyasının çarpıcı bir tasvirini yaptı.

Abdürreşid İbrahim 1933’te 76 yaşında iken tekrar Japonya’ya gitti. Tokyo’da yaşayan Tatar halkının sorunlarıyla ilgilendi. Tokyo Camii’nin planlarını hazırlatıp temelini attırdı. 1939’da İslamiyet’in Japonya’da resmi din olarak tanınmasında büyük bir rol oynadı. Ömrünü İslam aleminin kurtuluşuna adayan Abdürreşid İbrahim’in Tara’da başlayan mücadelelerle dolu hayatı Tokyo’da son buldu. 31 Ağustos 1944’te Tokyo’da vefat ettiğinde 92 yaşındaydı.

Kaynak: Kuzey Haber Ajansı

Devami

ABD, Orta Asya stratejisini yeniliyor

ABD’nin Orta Asya ülkeleri ile ilgili stratejisinde değişikliğe gittiği ve önümüzdeki günlerde kamuoyuna açıklanacağı belirtildi

ABD Orta Asya’da stratejisini yeniden değerlendirdiği ve önümüzdeki günlerce bu konuda ayrıntılı bir raporu kamuoyuna açıklayacağı ifade ediliyor.

Bölge uzmanlarına göre 2001 yılından bu yana ABD’nin Orta Asya’daki politikası Afganistan’daki çatışmalar üzerine kurulmuştu. Şimdi yeni bir stratejinin geliştirileceği belirtiliyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı basın sekreteri kısa bir açıklama yaparak, yeni dönemde bölgedeki güvenlik stratejisinin değişmeyeceğini, bunun yanında bölgesel ekonomilerin küresel pazarlara katılımı, insan haklarına saygı ve demokratik yönetimi geliştirme gibi konularda Orta Asya hükümetleri ile işbirliği içinde çalışmaya devam edileceğini bildirdi.

ABD yeni dönemde özellikle bölgenin tarihi yüzünü belirleyen İpek Yolu projesini güçlendirmenin Orta Asya’da güvenliğe katkı sağlayacağını düşünüyor. Bununla Orta Asya devletlerinin küresel pazarda eski konumuna yeniden kavuşması ve uluslararası ticaret kavşağına dönüşeceği umuluyor.

ABD’nin Orta Asya’da stratejisini yeniden belirlemesinde Rusya’nın Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne yönelik girişimleri ve Sovyetler Birliği topraklarındaki uygulamalarının etkin olduğu belirtiliyor.

Dünya Bülteni

Devami

Tataristan’da 2015 ‘İslami İlimler Yılı’ ilan edildi

Tataristan’da 2015 yılı ‘İslami İlimler Yılı’ olarak kabul edildi, yıl boyunca konuyla ilgili çeşitli projeler yapılacak.

Tataristan, 2015 yılını İslami düşüncenin ihyası için ‘İslami İlimler Yılı’ olarak ilan etti.

Ülkenin Müftüler Konseyi’nin Mevlid Kandili vesilesiyle yaptığı kurultayda alınan kararla yıl içerisinde konuyla ilgili birçok etkinlik yapılacak.

Kurultaydan sonra yapılan açıklamada İslami İlimler Yılı kapsamında gerçekleştirilecek projelerin başında İslam alimlerinin anlatılacağı kitap geliyor. Tataristan Müslümanları İdaresi tarafından yayımlanacak kitapta Rusya’da İslam dininin gelişmesine önemli katkılar sunmuş Tatar liderlerin hayatı ve ilmi eserleri anlatılacak.

Tataristan Müftüsü Kamil Samigullin konu ile ilgili şunları söyledi:

“Yıl boyunca Tatar İslam alimlerinin hayatlarını ve ilmi çalışmalarını araştıracağız ve yıl sonunda bu araştırmalarımızı bir kitap halinde sunacağız. Amacımız yeni neslin ülkemizde yaşayan ve yaşamakta olan manevi liderlerimizin hayatı ve eserlerinden etkilene bilmesidir.”

Dünya Bülteni

Devami

Ruslar’ın Türkistan işgali 150’inci yılında

Çarlık Rusya’sı bundan 150 yıl önce Türkistan’a işgal başlatmıştı

Türkistan işgalinin 150’inci yılına girildi. 1865 yılında Çarlık Rusya’sının ordusu Türkistan topraklarına ilk saldırılarını başlanmıştı. O günden itibaren, Müslüman Türkistan halklarının önce Çarlık Rusya’sına sonra Sovyet Rusya’sına karşı bağımsızlık mücadelesi 1990’lara kadar devam etti.

İmam Buhari, İmam Tirmizi, Uluğ Bey ve Biruni gibi ilim dehalarının vatanı olan Türkistan Timur ve Babür devletlerinin yıkılmasından sonra büyük gerileme ve parçalanma sürecine girdi. Türkistan birbirini reddeden Buhara, Hokand ve Hiva hanlıklarını bölünmüştü. Daha sonra 2’inci Dünya savaşından sonra Stalin ve Mao kendi aralarında anlaşarak Türkistan’ın Doğusu Çin’e teslim edilmişti. O günden beri Doğu Türkistanlı Müslüman halk Çin’in ne zaman biteceği belli olmayan büyük soykırım politikalarına maruz kalmaya devam ediyor.

Yerel hanlıklar kendi aralarında anlaşamasa da Türkistan halkı Rus istilacılarına güçleri yettiği kadar direndi. Daha önce, yani 18’inci ve 19’uncu yüzyılların başlarında Türkistanlıkların yardım talebine Osmanlı padişahları müspet cevap veremediler.

İnsan ve silah açısından üstün olan Ruslar Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirdiler. Son olarak Buhara Emirliği şeklen mevcudiyetini korusa da, Emirin kendisi bir Rus subayı makamında 1920’li yıllara kadar Rusların hizmetinde idi.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde (1917-1991) Türkistan halkları tamamen Moskova’nın Komünist rejiminin asimilasyon politikasına maruz kaldılar. Kolektifleştirilme adı altında Ruslar bu bölgede bir katliam daha yaptılar. Bu dönemde Kazakların yüzde 50 öldürüldü ve Kazaklara ait yaklaşık 40 milyon at ve başka hayvanlar telef edildi.

Ancak eski Sovyet Komünist Partisi yöneticilerinden biri olan ve son 25 yıldır Özbekistan’da yönetimi elinde tutan İslam Kerimov rejimi bugün Türkistan’ın Ruslar tarafından işgal edilmesi konusunda kendi halkını suçluyor.

Özbek hükümetinin resmi görüşlerini yayınlayan vesti.uz internet sayfasında konu ile ilgili bir makale yayınlandı. Makalede Rusların Türkistan’ı istila etmesinin nedeni o zamanlar Türkistan halkının kuzey sınırlarda binlerce Çarlık Rusya’sı vatandaşını kaçırdığı ve bu kişileri Taşkent, Semerkant ve başka şehirlerde köle olarak sattığı iddia edildi. Bu nedenlerle Ruslar’ın Türkistan’ı işgal etmeye mecbur kaldığı, işgalci Rusların Türkistan’da katliam yapmadığı, bunun aksine Müslümanlara saygı göstererek, onların sosyal ve ticari açıdan gelişmesine yardımcı olduğu ileri sürüldü.

Dünya Bülteni

Devami

İslam fetihlerinde sıra dışı bir şehir: Buhara

Müslüman Araplar Buhara’nın İslamlaşmasına büyük önem verdiler.

Emre Gül

Müslümanlar tarafından ilk defa 674 yılında Emevilerin Horosan Valisi Ubeydullah Bin Ziyad tarafından fethedilen tarihi “Buhara” kentinde İslam hâkimiyeti, ancak otuz yıl sonra (706-709) yıllarındaki seferlerle sağlanabildi. Yeni Horosan Valisi Kuteybe Bin Müslim’in yerli halk ile bölgedeki Türk müttefiklerinin direnişini kırarak bir garnizonu burada konuşlandırmasından sonra, Müslüman Araplar Buhara’nın İslamlaşmasına büyük önem verdiler. O kadar ki halkın kitleler halinde İslam dinine girişlerini kolaylaştırmak, hızlandırmak ve dil yönünden karşılaşılan zorluklardan doğan sosyal problemleri gidermek düşüncesiyle namazlarda, Kur’an-ı Kerim’in “Farsça” okunmasına dahi izin verildi. Bu gibi nedenlerin yanı sıra muhtemelen çok sayıdaki ihtidalar dolayısıyla da Arapça okumayı bilmeyen ve zorluk çekenlerin, fazla vakit kaybedilmeden bu yeni dine adapte edilebilmesi amacıyla da müsaade edilen bu uygulama, eldeki temel kaynaklara nazaran Türkistan’da sadece “Buhara” şehriyle sınırlı kaldı.

“Kur’an-ı Kerim”in “Arapça” dışında başka bir dille özellikle de “ibadetler”de okunması meselesi böylece ilk kez “Farsça” ile söz konusu edildi. Çünkü Araplardan sonra İslam, öncelikle Farslara intikal etti. Bu konuda ileri sürülen dini, fıkhi görüşler, itiraz ve değerlendirmeler ile yapılan tartışmalar bir kenara bırakılacak olursa “Buhara” da ne kadar süreyle devam ettirildiği kesin olarak bilinmeyen bu uygulama hakkında bilgi veren en önemli kaynak “Tarih-i Buhara” adlı eseriyle tanınan meşhur tarihçi “Nerşahi” idi.

Buhara yakınlarındaki “Nerşah” köyünde dünyaya gelen “Şureyh en-Nerşahi”nin, bölgesi hakkında, İslamiyet öncesi ve Müslüman Arapların fethinden sonraki süreçte diğer kaynaklarda rastlanmayan birçok bilgiye yer verdiği eserinde, Farsça ile ibadetin tatbikatı hakkında bildirdiğine göre, “Buhara halkı, İslamiyet’in ilk devirlerinde Kur’an-ı Kerim’i Arapça aslından okumaya güçleri yetmediği için, vakit namazlarını Farsça okuyarak kılarlardı. O kadar ki cemaat halinde kılınan namazlarda arka saflarda bir görevli bulunur, Arapça bilmeyen bu kimselerin rükûa eğilmeleri gerektiği zaman “Bekunita-Nekinet” ve secde etmeleri gerektiği zaman da “Nekuniya-Nekinet” diyerek yüksek sesle bağırır, halk da buna göre rüku ve secdelerini yaparlardı.”

İslam fetihlerinin yapıldığı bölge ve şehirlerde başlatılan “İslamlaştırma” ve “Müslümanlığı yayma” hareketlerinin nasıl olduğuna ilişkin çarpıcı ve ilginç örneklerden biri olarak dikkat çeken bu uygulamanın yanı sıra daha çok “orta halli ve fakir halkın yeni dine karşı rağbetini arttırmak için Emeviler döneminde başka hiçbir yerde örneği görülmeyen bir şekilde, Cuma namazlarını kılmaya gelen yeni Müslüman olmuş kimselere mükâfat olarak para da verildi. Bu mükafatın “iki dirhem” olduğunu ve her Cuma günü bunu bir tellalın halka yüksek sesle ilan ettiğini bildiren “Nerşahi” bu yolla geçim sıkıntısı çeken birçok kimsenin, taklitçi bir şekilde de olsa İslam Dini’ne girmelerine ve fakir-fukaranın bu mükafatı elde etmek için camilere akın etmesine neden olduğunu” ifade etmekteydi. Fakat bunların yanı sıra sert karakteri ile tanınan Kuteybe Bin Müslim’in baskıcı ve zorlamaya varan birtakım uygulamaları nedeniyle de Zerdüştlüğün hâkim olduğu Buhara’da İslam’ın yerleşmesi kolay olmamıştı.

Kaynaklar: Zekeriya Kitapçı, “Buhara’da İslamiyet’in Yayılışı Ve Yerleşmesi II”, Milli Kültür, c.I. sayı 3, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1977, Sebahattin Samur, “Nerşahi”, Dia. c.32, İstanbul, 2006.

http://www.dunyabulteni.net/

 

Devami