21. ASIRDA TÜRKİSTANLILAR VE YENİ GÖÇ DALGASI

Burhan Kavuncu

Merkezi Asya’daki eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin birbirinden  ayrıştırılmaya çalışılması ve ayrı birer ulus devlet olarak tanımlanması bir realiteye dayanmamaktadır.  Masa başında çizilmiş sun’i  sınırlar olmasa, bu bölgede  Özbekler, Uygurlar, Kırgız, Kazak, Türkmen, Tacikler  karışık olarak bir arada yaşıyorlardı. Yine de yaşıyorlar, ama arada sınırlar var.

Ortaasya’da Müslüman halkların yaşadığı bölgenin adı Türkistan’dır. Türkistan Asya’nın kalbidir, Doğusu ve Batısıyla bir bütündür. Türkistan  bir medeniyetin adıdır ve Türkistanlılar birbirine tarihî, dinî, kültürel bağlarla bağlıdır. Her yerde  olduğu gibi burada da bir çok aşiret veya kabile yaşamaktadır.  Bunlar arasında tarihte  bir çok cahili çatışmalar yaşanmış olsa dahi aslında Türkistan halkı 100 milyonu aşan nüfusuyla  kültür ve inanç olarak bir bütündür.  Türkistan, Müslüman nüfusunun yanı sıra, stratejik mevkii, ekonomisi, tarihi geçmişi sebebiyle de önem arz etmektedir. Bu sitede bu konuların her birisini ayrı başlıklar halinde ele almaya çalışacağız.

Türkistan önce Çin ve Sovyet Rusya arasında Doğu ve Batı Türkistan diye bölündü. Her iki bölümde de şiddetli baskı ve asimilasyonlar uygulandı. Bu baskılar, özellikle Mao ve Stalin dönemlerinde kitlesel katliamlar halinde gerçekleştirildi. Türkistan adı iki parçada da yasaklandı. Doğu’da Komünist Çin hükûmeti Türkistan’ın adını Sin Kiang (yeni ülke) olarak değiştirdi. Batı’da ise Türkistan Ruslar tarafından beş  ayrı cumhuriyete bölündü. Her bir parça ayrı ayrı uluslaşma sürecine sokularak maalesef birbirinden uzaklaştırıldı. Bütün bu  sun’i ayrıştırma çabalarına rağmen, Türkistan halkları, kültürel ve dinî bütünlüğünü büyük ölçüde korumaktadır.

Türkistan’daki  uluslaştırma süreçlerinin ve sınırların ne kadar yapay olduğunu gösteren bir örnek, Türkistan’ın kalbi mesabesindeki  Vadi (Fergana Vadisi)’ dir. Vadi bugün Özbekistan’ın Doğusu ile Kırgızistan’ın Güney-Batısı ve Tacikistan’ın Kuzey’inde  bulunmaktadır. Tarihi Maveraünnehir  (Amuderya ile Siriderya arasındaki bölge) uygarlıkları da bu bölgede kurulmuştur. 19. Yüzyılda  Hokant Hanlığı’nın yönetiminde bulunan Fergana vadisi, Ortaasya’daki İslamî hareketlerin de beşiği durumundadır. Vadi’nin bugün üç ayrı devletin sınırları arasında bölünmesi ne kadar sun’i ise, Türkistan’ın ayrı ayrı ulusal devletler olarak bölünmesi de aynı derecede sun’idir.   Fergana Vadisi, halkının dinini yaşamaya önem vermesi ve geleneksel  İslamî ilimlerin öğretiminin yüzyıllardır kesintisiz devam etmesi sebebiyle büyük bir İslamî  birikimi ihtiva etmektedir. Bu potansiyeli yok etmek, Kerimov diktatörlüğünün olduğu kadar ABD, Rusya ve Çin’in de başlıca amacıdır.

Günümüze gelecek olursak. Bugün farklı ulusal sınırlar ve bayraklar arasında bölünmüş olsa da, Türkistan halklarının kaderi birdir ve birbirine bağlıdır. Özbekistan 30 milyon nüfusuyla bölgede büyük bir ağırlık merkezidir. Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan’da da problemler olmakla beraber, Özbekistan’daki mesele,  hem ekonomik, hem içtimaî hem de siyasî bir çıkmaza saplanmış olması sebebiyle Türkistan coğrafyasındaki bütün çözümsüzlüklerin  merkezini  teşkil etmektedir.

Sovyetler Birliği (1917-1991) bütün Türkistan için büyük bir tahribat dönemi olmuştur. Orta Asya’nın tamamı  yoksullaştırma, dinî ve millî kimliğinden uzaklaştırmayla beraber, stratejik olarak da önemsizleştirme  uygulamalarına maruz kalmıştır. Aynı politikalar özellikle Özbekistan’da 1991’den sonraki sözde müstakillik döneminde de devam etmektedir. Özbekistan’daki diktatörlük rejimi, kendi varlığını ve diktatörlerin şahsi zenginliklerini koruyabilmek için, ülkenin daha da gerilemesine, halkın Sovyet döneminde dahi görülmemiş bir yoksulluk içine düşmesine sebep olmuştur.  Kerimov rejimi  Rusya, Çin  ve ABD ile devirsel işbirliği dönemlerinde, bu ülkelerin istek ve çıkarlarını gözetmek dışında bir harici politika yürütmemektedir. Halkın  Türk ve İslam kimliğinden uzaklaşması  emperyalist devletlerin ortak talebi olduğu gibi, Özbekistan’daki Stalin modeli diktatörlük din düşmanlığını kimliğinin esası yapmıştır. Komşuları Kırgızistan ve Tacikistan’la meydana gelen sınır ihtilafları, su, enerji  ve diğer meseleler, halklarımızı gereksiz olarak birbirinden uzaklaştırmaktadır.

 

YENİ GÖÇ DALGASI

Bugün Türkistan’da, özellikle Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve  Özbekistan’da açlık vardır. Bütün yer altı zenginliklerine, doğal kaynaklara rağmen insanlar ekmek bulabilmek için yurtlarından uzaklara gidiyorlar. Sadece Özbekistan’da 50 bin civarında insan, dini ve siyasi nedenlerle hapishanelerdedir. Basın ve kültür hayatı despotik uygulamalar sebebiyle ölmüş durumdadır. Bu dört  ülkeden ve Doğu Türkistan’dan en az 10 milyon kişi, komşu ülkelere, Rusya ve Türkiye’ye göç etti.  Ortadoğu ülkelerinden Avrupa’ya, hatta Kanada’ya kadar Türkistanlı göçmenler hayat mücadelesi veriyorlar. Muhacirlerin çoğunluğu iş ve ekmek bulmak için, önemli bir kısmı da baskı ve işkenceden kurtulmak maksadıyla vatanlarından uzak yollara düştüler.

Türkistanlılar artık insanca yaşamak istiyor. Özgürlük ve asgari insani haklarına kavuşmak istiyor. Bizi önce Doğu- Batı Türkistan, sonra Kırgız, Kazak, Tacik, Uygur, Özbek diye bölenler, bu yetmezmiş gibi halkımızı birbiri ile vuruşturarak iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar. 2010 yılında meydana gelen Kırgız- Özbek çatışmaları hala canlı tutulmak isteniyor. Türkistan halklarının kendi kendini yönetecek dirayetli kadroları ya ülkelerinden uzaklaştırıldı ya da hapishanelere doldurularak çeşitli şekillerde tasfiye edildi. 150 yıldan beri Türkistan büyük katliamlarla ve göçlerle ağlatılıyor.  Kimse rahatını bırakıp vatanından ayrılmak istemez. Türkistanlılar çeşitli göç dalgalarıyla Dünya’nın her yerine dağılmak zorunda kaldılar. Son göç dalgası, Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte1991’den beri devam eden ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların sonucudur. İstikrarsızlığın da ötesinde bir çöküş söz konusudur. Milyonlarca Türkistanlı, büyük acılar içerisinde yurtlarından ayrı kalmanın zorlukları ile mücadele ediyor.

Bugün Türkistanlı yeni kuşak göçmenlerin ciddi problemleri vardır. Bunların başında, geldikleri ülkede yasal olarak kalma imkanının verilmemesi geliyor. Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri, Türkistanlılara, geldikleri ülkeyi göz önünde bulundurmadan ikamet hakkı vermek zorundadırlar. Çünkü bu ülkeyi, 1000 yıl önce kuranlar da Ortaasya’dan göç ederek gelen Türkistanlılardır. Dolayısıyla, yerli halklarla beraber bu ülkeniz gerçek sahipleri olan Türkistanlılara ikamet hakkının dahi tanınmaması ayıptır. Bu tabii hakkımızı elde etmek için elimizden gelen her türlü çabayı sarfetmeliyiz. Türkistanlılar, ‘yabancılar mevzuatına’ tabi olamaz. Yasal düzenlemelerde bu husus dikkate alınmalıdır.  (Bu doğrultuda T.C. Milli Eğitim Bakanlığı derneğimizin müracaatı üzerine, “Türkistanlıların çocuklarının ikamet durumlarına bakılmaksızın okullara kaydedilmeleri” ni öngören yazılı bir talimat yayınlamıştır. Bu şuurla diğer uygulamaların da düzeltilmesini ümit ediyoruz).

Biz biliyoruz ki, gelişmiş ve özgür, Uluğ ve Azad Türkistan’ı ziyalı ve İslami Türkistanlı kadrolar kuracaktır.  Ne kendisine milliyetçi diyen ulusal etnik bölücü çevreler, ne de sosyalist veya laikler Türkistan’ın meselelerine gerçek bir çözüm getirebildiler.  Gurbet ellerde sahipsiz kalan Türkistanlıların sosyal ve ekonomik dertleriyle kimse ilgilenmedi.  Bugün de Türkistanlıların acısını sadece, ümmetin ayağına diken batsa onu ciğerinde hisseden Müslümanlar  paylaşmaktadır. Halkımızın içinde farklı kültürler, dini ve siyasi temayüller vardır, ancak bu farklılıklar bir arada yaşamaya, bir  ve beraber olmaya mani değildir.  Diktatörlüğün ve hizmetkârı olduğu emperyalist devletlerin aleti olmamak şartıyla, bir toplumda elbette farklı eğilimler olacaktır ve herkes bunu kabul etmek zorundadır.  Emperyalist devletlerin işbirliğindeki diktatörlük rejimleri bize bugüne kadar sadece baskı, işkence, yoksulluk ve etnik kargaşa ile acılar yaşatmıştır. Türkistan ve Türkistanlılar acılardan kurtulmaya yakın ve layıktır inşâallah.

Alakalı yazılar

One Thought to “21. ASIRDA TÜRKİSTANLILAR VE YENİ GÖÇ DALGASI”

  1. Расулуллоҳ саллаллоҳу алайхи ва саллам:
    «—Кунларингизнинг энг афзали — жума кунидир. У кунда Одам (алайҳиссалом) яратилди. У кунда (сурга) дам урилади ва (унинг оқибатида барча жонли махлуқот) беҳуш бўлади. Бас, у (жума) кун(и) Менга кўп салавотлар айтинглар! Чунки, сизларнинг салавотларингиз менга кўндаланг қилинади» — дедилар. Саҳобалардан бири:
    «—Ё Расулуллоҳ ﷺ, чириб кетган бўлсангиз Сизга бизнинг салавотларимиз қандай кўндаланг қилинади?» — деб савол берди. Унга Расулуллоҳ саллаллоҳу алайҳи ва саллам:
    «—Аллоҳ таоло пайғамбарларнинг жасадларини ейишни Ерга харом қилди» —деб жавоб бердилар.
    (Имом Абу Довуд, Ибн Можа ривояти, Албоний бу хадисни «сахих», деди) Мухаммад саллалоҳу алайҳи ва салламнинг Уммати ўз пайғамбарининг хаққига бахиллик қилмаслиги керак. Чунки, Расулуллоҳ саллаллоҳу алайҳи ва саллам:
    «—Бахил, унинг ҳузурида зикр қилинганимда менга салавот айтмаган одамдир» — дедилар.
    (Имом Термизий ривояти).

Yorum yazın